6 Temmuz 2013 Cumartesi

Gör, Anla, Dinle

                                                                                                                  Mey TANAR


2013 Türkiye’sinde bugüne kadar eşi görülmemiş bir eylemin içerisindeyiz. Eşi görülmemiş diyorum çünkü sayısı bu kadar fazla olan her görüşten, milletten insanın katıldığı eylemde direnişçilerin elinde sirke ve limondan başka ‘silah’ yok.

Gezi Parkı eyleminin başlangıcı İstanbul’un göbeğindeki nadir yeşil alanlardan bir tanesini daha beton yığınına çevirmemek içindi. Bu masum başlangıca yapılan kabul edilemez sertlikteki polis müdahalesi eylemi başka bir boyuta taşıyarak insanların içinde biriktirmiş olduğu isyan duygularını açığa çıkardı. Halk için hizmet vermesi gereken polisin halka saldırması sonucu, polisin emir aldığı makamlara döndü gözler. 11 yıldır tek başına iktidarda olan kendine destek vermeyen insanların isteklerini görmezden gelen ve kurallarıyla yıldırmaya çalışan AKP hükümetine karşı bugüne kadar hiçbir başkaldırı olmadı. Bugün bu başkaldırıyı da hükümetin askerleri konumundaki polisin halka yaptığı zulümler tetiklemiştir. Kırmızı elbiseli kız, tomanın karşısında tek başına barikat olan kız, İzmir’de taksilerin polisle halkın arasında barikat oluşturması, Çarşı, Redhack her biri direnişin simgesi oldu.

İlk direnişçilere yapılan saldırıdan sonra ben, arkadaşlarım ve kuzenlerim evden izleyemeyeceğimiz bu direnişe destek olmak için 31 Mayıs 2013’te Taksim’e gittik. İlk karşılaştığım saldırı Fındıklı’dan Taksim’e çıkan yolda üzerimden geçen helikopterin attığı biber gazı oldu. İlk kez karşı karşıya kaldığım için ne yapacağımı bilemediğim bir anda etrafımda toplanan birkaç genç ilk tedavimi limon ve sütle yaptılar. Başka bir durumda bırakın yardım etmeyi, “Bana dokunmayan bin yaşasın.” mantığıyla yere bakarak yürünen İstanbul sokaklarındaki inanılmaz yardımlaşma, birlik ve beraberlik biber gazından daha çok gözleri yaşartıyordu. İstiklal caddesine yapılan saldırıda bize kapılarını açan ve polisin sığınak olduğunu anlamaması için sabaha kadar bir metal grubun müziğe son ses devam ettiği barı mı anlatayım, yoksa Dolmabahçe’nin önünde bizi arkadan vuran tomalardan kaçarken, sokak arasında bayılmışken beni evine alan tatlı karı kocayı mı? İnsanlar birbirine güvenmeyi ve bu sayede polisten korkmamayı öğrendi. Bu birlik beraberliğin halkı bölmek için yıllarca uğraşan insanları ne kadar korkuttuğunu tahmin edersiniz. Sırf bu yüzden, halkın sadece saf halk olarak sokağa dökülmesini, evinde oturan ve bu olağanüstü durumdan haberdar olmayan insanlara türlü yalanlarla farklı biçimde aksettirilmesi için medya kullanıldı.
Üç ay önce bu olayın istihbaratını aldığını, camide içki içildiğini, partilerin oyunu olduğunu söyleyen Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarının tek açıklaması, halkın bu hareketinden korkması olabilir. Avukatların gözaltına alınması, medya sansürü, başbakanın “Ben karar verdim, olacak.” demesi ve daha niceleri bu ülkede demokrasinin yok olduğunu gösterebilir ancak. Apolitik bir nesli bir anda bir araya getiren, birleştiren AKP hükümetine olan karşıtlığın nedenini diğer yüzde ellinin(!) televizyonu kapatıp biraz durup düşündüklerinde bulabileceklerine inanıyorum. Unutmadan söyleyeyim “Kahrolsun bazı şeyler!”

 *Bu çalışma 12.06.2013 tarihinde kaleme alınmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder