13 Ağustos 2014 Çarşamba

Suriye'ye Geçen Yüzyıldan Bakış

Ersel KORUK

Geçtiğimiz son yüzyıl Ortadoğu’yu baştan aşağı değiştirmiş, istikrarsız bir yapı getirmiş, savaşlar ölümler düzeni içerisine sokmuştur. Yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları olan bu coğrafya 1. Dünya Savaşı’nın ardından bölünmüş birçok yeni devlet oluşmuştur. Devamında iki büyük dünya savaşı arasındaki dönem ise bölge ülkeleri için manda yönetimi dönemini temsil etmiştir. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bölge ülkeleri birer birer bağımsız olmuşlar; ancak birçok sorunla da yüzleşmek durumunda kalmışlardır. Yaklaşık yüzyıllık bir sürenin ardından bölge bu kez Arap Baharı -Aralık 2010’da Tunus’ta başlayıp bölge ülkelerine yayılan devrim dalgası- ile çalkalanmaktadır. Bu devrim dalgasının etkilediği ülkelerden biri de Suriye oldu. Suriye’de iktidar düşmedi, ancak devam eden bir iç savaş söz konusu. Suriye’deki süreci incelemek, iyice anlamak için geçtiğimiz yüzyılın incelenmesi, iyice anlaşılması gerekiyor.

Suriye toprakları tarihte Kenan’dan Roma’ya, Roma’dan Osmanlı’ya kadar birçok devlete ev sahipliği yaptı, tarih boyunca birçok savaşa sahne oldu. Suriye özellikle 1517’de Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğine girmesiyle dört yüzyıllık bir sürede görece bir istikrara kavuşmuştu. 20. yüzyılın başına gelindiğinde artık Osmanlı iyice zayıflamış, yarı sömürge konumuna düşmüştü. Suriye de diğer Ortadoğu ilkeleri gibi emperyalist düzen için önemli bir pazar durumundaydı. Sonunda 1914 yılında savaş patlak verince Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesiyle, Suriye toprakları uzun bir zaman sonra savaşa tekrar ev sahipliği yapıyordu. Savaş gerçekten çok yıkıcı olmuştu. Bu konuyla ilgili Amerikalı tarihçi Cleveland ’tin Modern Ortadoğu Tarihi adlı eserinde geçen şu cümlesi çok çarpıcıdır: “1915’ten 1918’e kadar Büyük Suriye halkından altı yüz binden fazla kişi ölmüştür ki, bu rakam, savaş öncesi nüfusun yaklaşık yüzde 18’ini oluşturmaktadır.[1] Savaşın bitimiyle artık Suriye için her şey öncesinden çok farklı olacaktı. Büyük dünya savaşından İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya…) galip çıkmıştır; dünyanın özellikle Ortadoğu’nun onların güç dengesine göre şekilleneceği ise açıktır. İngiltere’de Ortadoğu’daki istekler için kurulmuş Bunsen Komitesi’nin; 8 Nisan 1915 ile 30 Haziran 1915 arasında aldıkları kararların anlaşılması bakımından komite üyelerinden Marks Sykes’ın yakın arkadaşı Aubrey Herbert’a yazdığı mektupta geçen şu cümleler İngiltere’nin isteklerini açıkça sergilemektedir: “Mektubundan hala Türk yanlısı olduğunu anladım… Politikan tümüyle yanlış. Türkiye diye bir şey artık var olmamalı. İzmir Yunanlıların olacaktır. Adana İtalyan, Güney Toroslar ve Kuzey Suriye Fransız, Filistin ve Mezopotamya İngiliz ve geri kalan, İstanbul dâhil Rus… Ayasofya’da Te Deum ve Ömer Camii’nde bir Nunc Dimittis okuyacağım. Bunu bütün kahraman küçük uluslar şerefine Galce, Lehçe, Keltçe ve Ermenice okuyacağız…[2] Savaş bitiminde de Ortadoğu’da yeni düzen aşağı yukarı mektupta geçen şekilde (Özellikle Türkiye hariç) biçimlenmiştir. Savaştan sonra Suriye için iki dünya savaşı arası dönem yani Fransız Manda düzeni başlamıştır. Fransa’nın yaklaşık yirmi beş yıllık manda yönetiminin Suriye’yi böl-yönet siyaseti üzerine kurulduğunu tarih göstermektedir.

Fransa Suriye’de ilk olarak 1920’de Lübnan adıyla Suriye’nin Akdeniz kıyısında yeni bir devlet oluşturdu. Yine 1920 içinde Şam ve Halep’i iki ayrı devlet gibi yönetmeye başladı. Kuzeyde kıyı şehri Lazkiye çevresinde bir Alevi devletini, Şam’ın güneyinde ise Dürzilerin çoğunlukta olduğu bölgede Cebel Dürzi devletini kurdu. Bu iki devlet 1942’ye değin Suriye’den idari bakımdan ayrı yönetildi. Fransa 1924’de Şam ile Halep’i birleştirerek Suriye Devleti adıyla yeni bir siyasal yapıya gitti. Sadece manda yönetiminin ilk yıllarında yaptığı siyasi hamlelerle, Suriye için biçilmiş siyasetin böl-yönet siyaseti olduğu net şekilde anlaşılmaktadır. Cleveland bu konuda şunları söylemektedir: “Suriye mandasında Fransa bir dizi ayrı siyasal birim yarattı ki, bunların varlığı Suriye milli kimliğinin gelişmesini geciktirmek üzere tasarlanmıştı.[3] Aslında Fransa manda yönetiminden önce çok kısa bir süre için (1918-1919) Büyük Suriye diye adlandırılan coğrafyada Osmanlı’ya karşı Arap kalkışmasının başı olan Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal yönetiminde bağımsız bir devlet kurulmuştu. Büyük Suriye bugün ki Suriye, Lübnan, İsrail, Ürdün topraklarından oluşuyordu. Bu devlet manda yönetimlerinin başlamasıyla İngiltere ile Fransa tarafından dağıtılmıştır. Bu büyük devlet algısı özellikle Suriye üzerinde kısmen devam etmektedir.[4] Anlaşıldığı üzere İngiltere ile Fransa’nın Büyük Suriye devletine izin vermeyeceklerini tarih açık biçimde göstermiştir.

Osmanlı yönetim anlayışı gereği bölgede düzenli şekilde vergi toplandığı sürece çok çeşitli yerel uygulamalara izin vermekteydi. Özellikle bu yapı Sünni-Arap şehir eşrafı üzerinden sağlıklı şekilde işlemekteydi ve bölgede bir istikrar dönemi yaşanmasını sağlamıştı. Cleveland bu durum şöyle anlatıyor: “Vergiler toplanıp iktidar sağlandığı sürece Osmanlılar, çok çeşitli yerel uygulamaların varlığına hoşgörüyle bakarlardı. Bu tutum çok hassas farklılıkları içeren idari ve mali bir mozaiğin doğmasını sağladı.[5] Ancak bu hassas yapı Osmanlı’nın son yıllarında kırılmış, Fransız mandası döneminde ise tamamen ortadan kaldırılmıştır. Savaş yıllarında bölgeyi yöneten İttihat Terakki önderlerinden Cemal Paşa yönetimde yaptığı değişikliklerle mozaiği parçalamış, 1918’de Şam’dan ayrıldığında el-Saffah (Kan Dökücü) diye anılır olmuştu.[6]

Fransızlar manda yönetiminin ilk yıllarında zorla kurdukları otoriteye karşı bölgesel bir dizi ayaklanmayla karşılaştılar. Ayaklanmaları yayılmadan bastırmayı başardılar. Ancak 1925-27 büyük ayaklanması bu ayaklanmalar gibi olmadı. Ayaklanma 1925 yılının temmuz ayında Cebal Dürzi devletinde; Fransızların Dürzi siyasal ilişkilerini, toprak sahibi olma tarzlarını değiştirmeye çalıştığı dönemde başladı. Sultan Atras önderliğindeki Dürzilerin Fransızlara karşı bir dizi başarı sağlamasıyla isyan dalgası birden yerel eşrafında desteğiyle Suriye’nin dört bir yanına yayıldı. Fransızlar 1927’de ayaklanmayı bastırdıklarında altı bin Suriyeli ölmüş, binlercesi evsiz kalmış, Şam kısmen harabeye dönmüştü.[7] Ayaklanmanın ardından Nisan 1927’de seçimler yapıldı. Seçimden milliyetçiler galip çıktı ve Milliyetçi Blok adı altında organize olmayı başardılar.[8] Cleveland Milliyetçi Blok’un yapısını şöyle açıklamaktadır: “Milliyetçi Blok liderleri Büyük Suriye’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü istemek açısından milliyetçiydiler. Ancak milliyetçilikleri toplumsal ve siyasal bakımdan muhafazakâr türdendi… Fransızların çekilmesini istemesine rağmen, zamanı gelince onların yerine geçebilmek için hâkim yerel mevkilerini de elde tutmak istemekteydiler.[9] Suriye kurucu meclisi 1929’da bir anayasa hazırladı, Fransa bu anayasayı reddetti. Fransa bir yıl sonra kendisi bir anayasa hazırladı ve bu anayasaya göre yasaları veto etme hakkını kendine aldı. Cleveland bunu şu cümlelerle dile getiriyor: “Ancak Fransa’nın yasaları veto etme yetkisi Suriye’deki siyasal hayatı bir komediye çevirmiş ve ona gerçek dışılık havası vermişti.[10] 1936’da Fransa’da sosyalistlerin iktidara gelmesiyle Fransa ile Suriye arasında 1936 Eylül’ünde bir Fransız-Suriye anlaşması imzalandı. Anlaşmaya göre Suriye’ye Dürzi ve Alevi bölgeleri dâhil edilerek bağımsızlık veriliyordu, buna karşılık Fransa ülkede 25 yıllığına iki hava üssünü kullanacaktı. Ancak 1938’de Fransa’da solcu koalisyonunun bozulması ve 1939’da Hatay’ın Türkiye’ye bağlanmasıyla milliyetçi hükümete ve Fransızlara karşı ayaklanmalar oldu. Ardından 2. Dünya Savaşı sırasında yeni seçimler yapıldı, Milliyetçi Blok çoğunluğu sağladı. 1944 yılında ABD ile SSCB Suriye ile Lübnan’ı bağımsız olarak tanıdı ve 15 Nisan 1946 Fransız kuvvetlerinin ülkeden çekilmesiyle bağımsızlığını kazandı.[11]

Bağımsızlığın ardından 1947’de seçimler yapıldı. Seçimlerden Milliyetçi Blok’un üyeleri galip çıktı. Cumhurbaşkanı Şükrü el-Kuvvetli, başbakan Cemil Mardam oldu. Suriye bağımsızlığının ardından ilk ciddi sınavını 1948 Arap-İsrail savaşında verdi. Bu savaşta alınan yenilgiyle yönetici sınıfın meşruiyeti ortadan kalkmaya başladı. Ekonomik-sosyal politikalarda da başarısız olununca, 1949 yılı ardı ardına üç darbeye sahne oldu. İlk olarak Mart 1949 Hüsni Zaim’in darbesi yaşandı, eski siyasetçiler iktidardan uzaklaştırıldı, bu darbeyi Ağustos 1949’da Albay Sami Hinnavi’nin darbesi izledi ve Zaim tasfiye edildi, ardından Aralık 1949’da Edip Çiçekli’nin darbesi geldi iktidarı ele geçirdi. Çiçekli 1951-54 yılları arasında diktatoryal yetkilerle yönetti. Onun iktidarını ise 1954’de Baas ile Ordu işbirliği yaparak son verdi. 1954 yılında seçimler yapıldı bağımsızlar birinci, Milli Parti ikinci, Baas ise seçimlerden üçüncü olarak çıktı. Bu üçüncülük çok önemli olarak görüldü ve Baas Partisi ile Komünist Parti ülkeyi Batı karşıtı kampa kaydırdılar. Ardından Baas, Komünist Parti ve diğer sol kanat 1957’de hükümeti kontrol etmeye başladılar. Ancak 1956’da doğu bloğundan silah alınmaya başlanması ve SSCB ile ilişkilerin artması Baas’ı rahatsız etmeye başladı. Sever bu konuda şunları söylüyor: “SSCB ile yakın ilişkiler ve Suriye’de komünist faaliyetlerin artması dış güçler kadar Suriye’deki Baas gibi siyasi aktörleri de rahatsız etmeye başladı ve Baasçıları Mısır’la birleşme noktasına getirdi.[12] Bu koşullar altında Baas savunduğu Arap Birliği ve ülkedeki komünistlere karşı Nasır’ın desteğiyle avantaj kazanmak için Şubat 1958’de Mısır’la birleşerek Suriye’yi Birleşik Arap Cumhuriyeti’nin bir parçası haline getirdiler. Ancak oldukça hazırlıksız kurulan bu cumhuriyetin ömrü çok uzun olmadı ve 28 Eylül 1961 Abdulkadir Nahlavi önderliğinde bir darbeyle Suriye tekrar bağımsız bir devlet oldu. Birleşik Arap Cumhuriyeti döneminde Baas dâhil bütün siyasi partiler kapatılmıştı; ancak tekrar bağımsızlığın elde edilmesinden sonraki karışık iki yıl içerisinde Baasçı genç subaylardan oluşan yeni bir grup Mart 1963’de yeni bir darbe yapıp iktidarı ele geçirme şansını yakaladı. Bu grubun önderliğinin Hafız Esad ile Salih Cedid yapıyordu.

Hafız Esad 1930 yılında Alevi bölgesi Lazkiye’de doğdu. Lazkiye’de eğitimine devam Esad henüz on altı yaşındayken Baas üyesi oldu. 1951’de Humus Askeri Akademisine girdi, havacılık bölümüne geçti. 1955’te akademiden mezun oldu. Okuldaki başarısından ötürü SSCB’ye savaş pilotu eğitimi almaya yollandı. 1958’den sonraki süreci Cleveland şöyle anlatıyor: “Esad’ın siyasal görüşüne sahip olan biri için Birleşik Arap Cumhuriyeti Dönemi çok sıkıntılıydı. Nasır’a hayrandı ve Arap Birliği fikrini destekliyordu. Ancak Mısır’ın birliğe hakim olmasından ve özellikle Nasır’ın Baas Partisi’nin dağılmasında ısrar etmesinden rahatsız oluyordu… Kahire’de kendisi gibi düşünen genç Suriyeli subaylarla ülkelerinde Baas Partisi’ni yeniden kurma amacıyla gizli bir örgüt oluşturdu.[13]

1966’da Esad ile yanındaki genç subaylar bir iç darbeyle önce Emin el-Hafız’ı devirdiler sonra partinin kurucularından olan Eflak ile el-Bitarı da parti dışına itip ülkeyi terk etmek zorunda bıraktılar. 1967 Arap-İsrail savaşından çıkılmasıyla iki genç Nusayri (Alevi) komutan Esad ile Cedid arasında iktidar mücadelesi başladı. 1970 yılına kadar süren iktidar savaşından Esad galip çıkacak, yedi yıllığına cumhurbaşkanı seçilecekti. Esad’ın otuz yıllık uzun iktidar dönemi başlamıştı. Esad’ın bu kadar uzun süre iktidarda kalmasını Sever şöyle açıklıyor: “Esad’ın yıllar boyu süren iktidarının asıl dayanak noktası, Esad’a doğrudan bağlı olan Nusayrilerin hâkim olduğu özel kuvvetler, güvenlik ve istihbarat birimleri olacaktı. Bunlar Esad’ın şahsi iktidarının garantisi olacaklardı.[14] Esad’ın uzun iktidar döneminin altında ülkeye görece istikrar getirmesi, İsrail’le mücadeleyi sürekli gündemde tutarak halkı militarize etmesi ve Arap Birliği savunuculuğu gibi çok çeşitli nedenler yatmaktadır. Ekonomide özellikle 1991’de girişilen reformlar ile biraz olsa başarı gösterildi. İktidarın ilk yıllarından başlayarak özellikle Golon tepelerinin İsrail’den geri alınmasını konusu gündemde tutuldu. Ayrıca Lübnan’ın da içişlerine müdahale, Lübnan işgali, İsrail ile yapılan barış görüşmelerinde önemli aktör olması bakımından Arap dünyasında da Suriye önemli bir konuma geldi. Ancak tüm bunlara karşın Esad iktidar yılları boyunca özellikle iki büyük muhalefet hareketiyle de karşılaştı; ilki 1976-82 arasında Müslüman Kardeşlerin örgütlediği eylemlerdi diğeri ise Esad’ın sağlık problemlerini bahane göstererek kardeşi Rıfat’ın yaptığı 1983-84’deki darbe girişimidir. Esad Lübnan’da Filistin Kurtuluş Örgütüne karşı Lübnan’da Hristiyan Marunîleri destekledi. 1970’lerin ikinci yarısında da ekonomik durumda bir kötüleşme söz konusuydu. Özellikle bu olayların ardı ardına gelmesiyle Suriye’deki Sünni nüfus arasında ciddi hoşnutsuzluklar oluşmaya başladı, tepkilerini çok radikal eylemlerle gösterdiler. Bu ayaklanmayı Sever şu cümlelerle aktarıyor: “Ancak Suriye’de kötüleşen ekonomik durum Sünnileri orduda ve bürokraside hızla zenginleşen yeni kesimler karşı kışkırtacaktı. Sünni muhalefet kendini Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı Halep, Hama ve Humus gibi şehirlerde şiddet hareketleriyle göstermeye başlayacaktı. Halep’te Haziran 1979’da kalabalık bir Askeri öğrenci grubu saldırıya uğrayacak bunu başka şiddet eylemleri özellikle bilinen Nusayri şahsiyetlere ve hedeflere yönelik saldılar izleyecekti. Rejim yeterince İslami değil, ülke Esad tarafından yönetilmemeli diyenler Hama’daki eylemlerini Şuba 1982’de büyük bir ayaklanmaya dönüştürdüler. Esad’ın buna cevabı çok sert olacak, kuvvetini en aşırı dozda kullanmaktan çekinmeyecekti. Hama’daki ayaklanmanın çok kanlı bir şekilde bastırılması sonucunda ayaklanmanın bilançosu on binlerce insanın ölmesi, bütün şehrin yerle bir olmasıydı. Bu Esad yönetiminin mevcut rejimin bekası için ne kadar aşırıya gidebileceğini başta muhalifleri olmak üzere tüm dünyaya gösterdi. Resmi açıklamada ayaklanmanın sorumluları olarak Siyonistler ve Amerikalılar suçlandı. Ayaklanmayı örgütleyen Müslüman Kardeşler Batı emperyalizminin, Siyonistlerin ajanları olarak gösterildi.[15] Ayaklanma bastırıldıktan sonra Esad kalp krizi geçirdi, bu durumdan yararlanmak isteyen kardeşi Rıfat kontrolündeki savunma bölüklerini Şam’ın içinde ve dışında çeşitli önemli noktalara yerleştirdi. Bunu gören cumhurbaşkanına sadık diğer generaller de ordularını Şam’da Rıfat’a karşı konuşlandırdı. Esad bir çatışma çıkmadan otoritesini tekrar kurdu, kardeşi önce yönetimden sonra da ülkeden uzaklaştırıldı.

1980’li yıllar Suriye ekonomisi açısından pek verimli geçmedi. 1981-89 yılları arasında kişi başına düşen GSMH %20’ye geriledi.[16] Özellikle Gorbachov’un SSCB’de iktidar olmasıyla Suriye en büyük desteğini yitirmiş oldu. İsrail ile sürekli çatışma durumu devam ediyor, ordu için gelir gerekiyordu. Bu koşullar altında 1986’da kamu harcamaları kısıldı, özel sektör daha fazla desteklenmeye başlandı. Özellikle bu ekonomik değişiklik Sünni eşraf ile ilişkilerin gelişmesini de sağladı. Körfez Savaşı sırasında radikal bir karar alarak ABD’yi destekleyen Esad, güttüğü bu pragmatik siyasetin karşılığını da hem finansal yardım görerek hem de Lübnan üzerinde güttüğü siyasetin ABD tarafından onaylanmasıyla fazlasıyla almış oldu. 22 Mayıs 1991’de Suriye ile Lübnan arasında Kardeşlik, İşbirliği ve Koordinasyon anlaşması imzalandı. Ayrıca Suriye 1991’de Madrid’de yapılan Arap- İsrail görüşmelerinde barış için ne kadar önemli bir figür olduğunu da gösterdi. Ancak Suriye açısından doksanlı yıllar komşularıyla ilişkileri bakımından çok iyi gittiği söylenemez. PKK’ye verilen destek Türkiye ile birçok probleme yol açtı, Körfez Savaşı’nda ABD ile bir olup Irak’a karşı hareket etmesi ise Irak ile büyük sorunlara neden olmuştur.

Tüm bu olup bitenlerin gösterdiği; Esad’ın uzun iktidar yılları ülke içinde baskıcı, otoriter; dışında ise daha çok pragmatist bir siyasetçi olduğudur. Haziran 2000’de öldüğünde yerine geçmesi için hazırladığı oğlu Beşar Esad için birçok yeni fırsat ve risk bıraktı. Şunu net şekilde görebiliyoruz ki bugün Suriye’deki muhaliflerin Sünni Araplardan destek almasının kökeninde özellikle 1976-82 büyük ayaklanması, Beşar Esad’ın da iktidardan halen düşmemesinin kökeninde özellikle babasının otuz yıllık iktidarı boyunca sağlam iktidar yapısı oluşturması yatmaktadır.


KAYNAKÇA

Sever, A.(2004), Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul, Bağlam Yayıncılık
Cleveland, W.C.(2008), Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı
Fromkin, D.(2013), Barışa Son Veren Barış (4.Baskı), İstanbul: Epsilon Yayınları
Erendil, M.(1992), Çağdaş Ortadoğu Olayları, Ankara: Genelkurmay Basım Evi
Saray, M.(20069, Türkiye ve Yakın Komşuları, Ankara: Divan Yayıncılık


[1] Cleveland, W.C.(2008), Modern Ortadoğu Tarihi, İstanbul: Agora Kitaplığı, s.243
[2] Fromkin, D.(2013), Barışa Son Veren Barış (4.Baskı), İstanbul: Epsilon Yayınları, s.124
[3] Cleveland, 2008, s.245
[4] Sever, A.(2004), Değişen Toplumlar Değişmeyen Siyaset: Ortadoğu, İstanbul, Bağlam Yayıncılık, s194-196
[5] Cleveland, 2008, s.50
[6] Cleveland, 2008, s173
[7] Cleveland, 2008, s.248
[8] Sever, 2004, s.198
[9] Cleveland, 2008, s.249
[10] Cleveland, 2008, s.250
[11] Sever, 2004, s.199
[12] Sever, 2004, s.203
[13] Cleveland, 2008, s.442
[14] Sever, 2004, s.208
[15] Sever, 2004, s.212
[16] Sever, 2004, s.213

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder