21 Mayıs 2014 Çarşamba

Ohal'deyken Soma Ordaydım

Esma ERDAL

(14.05.14) Şu anda yapılacak en iyi şey gidip Soma'ya bürünüp kömür karasına bir ananın feryadında hıçkıra hıçkıra ağlamak; arınmak adına fayda vermeyen tüm düşüncelerden... Sonra sarılıp babasız kalmış bir yavruya yalnız olmadığını için için haykırmak ama unutmamak o yavruyu bir daha asla. Sonra tutup bir bacının elinden dik dur senin sabrın büyütecek bu yavruyu deyip güç vermek ona. Ağlamak yetmez nihayetinde açıp semaya elleri, analara, eşlere, çocuklara sabır; ölenlere ise rahmet dilemek gerek.

Böyle yazmıştım acılı haberleri an be an televizyondan izlerken. Yürek dayanmıyordu olanlara. Ekrandan gördüklerim gerçekti ve çok acıydı. Olay yeterince karmaşıktı neydi, nasıl olmuştu ne olacaktı bundan sonra vs. Sonra sokaklar karışmaya başladı, eylemler yapıldı hatta Soma’da bile. Evet, bile diyorum ve birazdan yazacağım sebebini. Bunlar olurken ben de bir şeyler yapmak istiyordum, gitmeliyim diye düşündüm. Elimden ne gelirdi bilmiyordum ama orada olmak istiyordum. Sadece bir köşede öylece ağlayacak olsam da... Benimle aynı hissiyatta olan arkadaşlarımla kararlaştırdık gidecektik. Sonra üniversiteden bir kaç öğrencinin bir otobüs ayarladığını Soma’ya gideceklerini öğrenince onlara dahil olduk. Kimlerdi necilerdi bilmeden. Tek bilinen şey ortak bir istek vardı hepimizde ve ortak bir acı. Cumartesi gecesi İstanbul’dan yola çıktık. 3-4 saat sonra çevirme vardı, kimlik kontrolü yapıldı (varan 1 dedik içimizden). Otobüsün ön camında ‘Soma’ yazısıydı sanırım sebep.


(18.05.14- 01:00) Yoldayız. Garip bir hissiyatla, bir otobüs dolusu insan yola koyulduk; 301 ölünün olduğu bir yasa doğru. Topluca ağlayacağız, toplu bir taziye ziyareti olacak. Olağanüstü hal nihayetinde... Bilmediğimiz, tahmin etmekte zorlandığımız bir gün geçireceğiz. Kesin olan şu ki; çok ağlayacağız. Şimdi giderken düşünceli hallerimiz dönüş yolunda yerini daha yoğun düşüncelere bırakacak belki de.

Gecenin ve hüznün sessizliğinde sabahın ilk ışıkları ile yaklaşmaktaydık acının merkezine. Saat 7’de Soma’ya 3-4 km kala bir benzinlikte polisler durdurdu, hepimiz indik otobüsten. Bir gün öncesinden ilçeden gerekli kurumlarla irtibata geçilmiş olmasına rağmen polislerin bizi bırakmaya niyeti yoktu. Oyalıyorlardı bizi açıkça. Oysa hepimiz sabırsızlıkla ilçeye girmek istiyorduk. Sadece başsağlığı dileyecek, belki çocukları bir nebze güldürecektik. Yarım saat sonra başka yabancı plakalı araçlar da durdurulup bekletilmeye koyuldu bizim gibi. Birinde Beşiktaş taraftarı vardı. Formalarını atkılarını alıp gelmişlerdi. Gazetecilerin araçları da durduruluyor bir süre sonra geçişlerine müsaade ediliyordu

(07:45) Soma sınırına dayandık. Ancak bekletiliyoruz. OHAL ilan edilmiş bir bölge ya kontrol var. Bir benzinlikte son 40 dakikadır kimlik kontrolünün yapılmasını ve ilçeye girme izninin verilmesini bekliyoruz. Daha da bekleyeceğiz gibi görülüyor. Yol üzerindeki 2. Kimlik kontrolü bu. Geçireceklerini söylese de polisler durum aksini gösteriyor. Bulunduğumuz yerde polislerin sayısı gittikçe artıyor. Beklediğimiz süreç boyunca da 6-7 otobüs polis Soma’ya doğru geçti. Umutla beklemeye devam ediyoruz. Gitmeli ve görmeliyiz acıyı en yakından!

. Bir buçuk saat sonra ilçenin dışındaki mezarlığa girebileceğimizi söylediler; kimliklerimizi orada vereceklerdi. Kafamızda sorularla çaresiz bindik otobüse vardık mezarlığa. Bize eşlik eden ekip buraya gelince net bir şekilde ilçeye girişlerin yasak olduğunu sadece burada kalabileceğimizi söylediler. Tepki vermemiz boşunaydı.

Mezarlığın girişinde birçok çalışan vardı. Çevreyi düzenliyorlardı, başımız önümüzde ‘kolay gelsin’ deyip ilerledik. Madenciler Şehitliği yazılı tabeladaki ok işaretini takip ederek mezarlığın en ucunda sadece madencilerin gömüldüğü yere vardık. 50-60 kabir, üstüne toprakları yeni atılmış, başuçlarında birer tahtada isimleri yazılı, üstlerine ekilmiş çiçekler ve takım atkıları, ziyaretçilerin mektupları ve testiler... Etraftakilere başsağlığı dileyerek bir bir geçtik kabirlerin başına. Selam verdik, karşılık alamadık!


(09:25) Sağlık teknisyeni içeri girip 5-10 kişiyi kurtarıyor. Ama sonra kendisi sağ çıkamıyor.

Kuranlar okundu, dualar edildi. Zaman geçtikçe mezarlığı ziyarete gelenler arttı. 1 saate kadar son cenazenin getirilecekti. En uçta fazladan açılan kabirler kapatılıyor, bir kabrinde etrafı düzenleniyordu ölen son madenci için. Bu sırada belediyede çalışanı bir işçiyle konuşulanları duyunca yanlarına yaklaştık. Dışarıdan geldiği belli iki bayan abiye bir şeyler soruyorlardı. O da yakınlarını kaybetmiş madende, bir de sağlık teknisyeni yeğeni ölmüştü madende. Yaralıları kurtarmak için girdiği madenden ölü çıkmıştı. Daha fazla konuşamadık, amiri çağırdı abiyi belli ki konuşmasını istemiyordu. Anlayış göstermeliydik. Anlayışsız olanlar da vardı mezarlıkta. Kabirler ufak taşlarla etrafı çevrilmiş yükseltilmişti. Bu bana garip gelmişti niye diye düşünüyordum. Normalde taze mezar toprakla yükseltilir bir süre öyle kalırdı. Bir süre sonra belediye çalışanı olmadığı belli birileri el arabalarıyla taşla çevrilmemiş kabirlere taş taşımaya başladılar, belediye işçileri de yardım etti. Bir kaç kabirden sonra işçilerin amiri geldi. Halka bunu yapmamalarını gerek olmadığını gayet uygun bir şekilde söyledi. Karşı çıktı diğerleri ısrarla yapmak istiyorlardı karışmamasını söylüyorlardı, amirse buranın düzeninden kendisinin sorumlu olduğunu anlatmaya çalıştı. Bir amca başladı bağırmaya: ‘Ne karışıyorsun sen, bırak insanlar yapsın. Acılarını böyle dışa vuruyorlar onlar da.’ Yaşlı eşi de ağlamaya başladı yanında. Neyse sakinleşti ortalık. Uzatmadılar.

(10:00) Ve bu tarifsiz koku... Çokça kabre gitmişliğim var ama bilmiyorum ki bu koku neyin nesidir. Ölüm kokar mıydı? Olağandan farklı, toprak kokmuyor burada. Ölü kokuyor.

Son cenaze de geldi. Daha da kalabalıklaştı mezarlık, gazetecilerin sayısı da artmıştı. Gözyaşları durmak bilmiyordu artık. Kenarda duran bir abla sessizce ağlıyordu. Yakının mı diye sordu arkadaşımız. Eşinin 8 yıl aynı madende çalıştığı yakın arkadaşıydı. Aynı madende onca sene çalıştıktan sonra ayrılıyor yolları yani çalıştıkları madenleri ve bu madende ölüyor Murat abi. Ölen madencinin eşi fenalık geçiriyor. Kızılay çadırında sağlık ekipleri ve yakınları onu sakinleştirmeye çalışıyorlar. Oysa nafile... Sonra bir ağacın dibinde az önceki ablayla eşini görüyorum. Abinin acısı anlaşılıyor halinden. Allah sabır versin, kaderi benzemesin demekten başka ne yapılabilir. Konuşmanın faydasız olduğunu böyle anlarda oraya gidince daha iyi anladım. Sözcüklere dökmek o anı gereksiz. Fotoğrafını bile çekemiyorum doğru düzgün. Olmuyor.

Kızılay çadır açmış, Soma’lı gençler de gönüllüler. Su dağıtıyorlar, dışardan gelen lokumlar kolonya tutuluyor gelenlere.

(11:00) Gazetecilerin işlerini bir kenara bırakıp teselli ettiği analar...

Başka bir kabrin başında çökmüş yaşlı bir teyze oğluna ağıtlar yakıyor, ağlıyor. Etraftakiler ne yapacağını yine bilemez halde, ona ağlıyor bu sefer. Bir gazeteci kocaman fotoğraf makineleri kolunda asılı dayanamıyor bırakıyor işini bir kenara yanaşıyor teyzeye teselli etmeye çalışıyor onu, sarıyor sıkıca, öpüyor gözü yaşlı anayı. Sonra uzaklaşıyor yanından usulca. Bilmem ki teyzem bu yabancının sesine kulak veriyor mu? Bu kareyi çekemeyen gazeteci ‘teselli’ diyor arkadaşına umutsuz...

(11:45) Kendisini nasıl bir gelecek beklediğini bilmeden, bundan sonra uğrak yerlerinden biri olacak kabirde öylece duruyor. Anasının gözyaşları acısı, ölen babasının yokluğunu belki de henüz idrak etmiş değil. Uzaktan seyrederken bu çocuğu ‘ben de böyleydim demek ki diyorum içimden’. Garip.

Diğer bir kabrin başında genç bir kadın ve bir oğlan çocuğu var. Madencinin eşi acısına yanıyor sessizce, usulca akıyor gözyaşları. Bakıyorum önce uzaktan, yıllar öncesi geliyor aklıma, boğazımda düğümleniyor acı. Dayanamıyorum oturuyorum acılı kadının yanına, bir şeyler söylüyorum. ‘Allah sabır versin ablam sana’. Âmin diyorum yine kendim içimden. Sonra ayakta garip gözlerle etrafına bakan çocuğun yanına geçiyorum. Sarılıp ağlamak geçse de içimden sakince konuşmaya çalışıyorum. 12 yaşında, 6. Sınıf öğrencisi. Üzerinde Trabzonspor forması var. Babasının kabrinin üstündeki Beşiktaş atkısını gösteriyorum. ‘Koyu Trabzonsporluydu babam’ diyor. Takımı da gelecekmiş Soma’ya haberini almış, mutlu olmuş. Evleri de gezeceklermiş tek tek. Umarım onu da görürler. Babasının kabrine o çok sevdiği takımının atkısını koyacak olmasından gururlu! Arkadaş olalım senle diyorum gülümsüyor, ismimi söyleyip ismini öğreniyorum. Facebook’tan bulayım seni diyorum ‘olur’ diyor. Belki de en garip arkadaşı olacağım. Başkaları da sarıyor etrafımızı biraz geri çekiliyorum. Testiyi eline alıp babasının kabrini suluyor küçük arkadaşım, benim gibi onunla ilgilenmeye çalışan insanlara anlam veremeden. Sonra anasına sarılıyor, en tanıdığına, tek varlığına.

“ 27 Nisan, 22:26 Ölüm nereden gelirse gelsin, cenazeme bordo mavi çiçek atılacaksa, mezar taşıma Trabzonsporlu yazılacaksa ölüm hoş gelsin sefa gelsin.”

Bugün küçük arkadaşımı aratıyorum Facebook’tan. Soyadıyla yazıyorum bulamıyorum. Aynı isimden çok kişi var tabi. İsminin yanına bir de ‘Soma’ yazıp aratınca o çıkıyor. Işıl ışıl bir çocuk... Neler paylaştığına bakıyorum. Bu paylaşımı görüyorum...

(14:30)Bir Pazar gezmesi gibi değil bugün, bir güzel havada yürüyüş hiç değil. Yüzlerce insan var burada şu an. Soma’nın yerlisi ve Soma’ya bizim gibi ilk kez gelen çoluk çocuk yaşlı, kadın erkek, yüzlerce insan...

Mezarlığın girişinde Kızılay gönüllüsü gençlerle ve belediyenin işçileriyle muhabbet ediyoruz. Ekstra bir bilgi almamız mümkün değil pek. Gençler sosyal medya ağzıyla abiler ana akım medya ağzıyla konuşuyor. Genel söylemler... Kızılay gönüllülerinin işi artıyor. Dönerler yapılıyor bir tarafta onlar dağıtılıyor, diğer yanda içecekler vs. Mezarlığın girişinde böyle bir garip görüntü. Biz artık içerisi fazlasıyla kalabalıklaştığından dışarda oturup seyrediyoruz uzaktan. Arkadaşlarımızın gün boyu izin alma çabaları sonuçsuz kaldı. İlçeye giremedik. Şimdi bu garip manzarayı izliyoruz. O sırada yanımızda oturan bir arkadaş ‘Bakın bu o adam değil mi?’ diyor. İşaret ettiği o yöne bakıyoruz anlayamıyoruz. Ayağa kalkıyor ‘Evet o. Çizmelerimi çıkarayım mı diyen adam.’ Bu söylediğiyle çokça konuşulan madenci... Arkadaş koşuyor ona doğru bizde iki arkadaş emin olmamış arkasından gidiyoruz. Sarılıp konuşmaya başlayınca bizim arkadaşlar o madenci olduğunu anlıyoruz. Yanında babası olduğunu sandığımız kolu sarılı bir adam ve küçük bir çocuk var. Başsağlığı diliyor bir de geçmiş olsun diyoruz. Yüzünde belli belirsiz bir tebessüm, gören bu adam hiç ağlamayıp gülüyor sanır. Yüz ifadesinde daimi bir gülümseme var sanki. Belli belirsiz. Bir andan etrafını sarıp fotoğraf çekmeye çalıyor insanlar. Biz utanıyoruz, babası kızıyor abinin. ‘Gidelim’ diyor. Abi usulca ayrılıyor aramızdan. Geri dönüyoruz yerimize.

Saatlerdir ilçede olup izin almaya çalışan arkadaşlarımız dönüyorlar. Sorguya çekiyoruz hep bir ağızdan çünkü bir kaç aileyle görüşmüşler; muhabir arkadaşlarının yardımıyla ilçeye giren iki arkadaşımız ve gizlice giren 2 arkadaşımız daha. Aileler tepkili. Kabul etmek istemiyorlar önce. İlçede yapılan eylemler sebebiyle bizim arkadaşları da eylemcilerden sanıyorlar. Kimlik bile istiyorlar. Sadece taziye için geldiklerini anlatmaya çalışıyor arkadaşlar ama pek ilgilenmiyorlar. İşte acının merkezinde eylem yapılmasını düşüncesizce bulmam bundandı. Aileler evlerinde, dışarıda olanlarla ilgilenmiyorlar. Acıları yetiyor kendilerine... Boynumuzu büktük bindik otobüse. Artık yol görünmüştü bize.

(18:00) Dönüş yolundayız. Ne ummuştuk ne bulmuştuk belli değil. Kendi adıma orada bulunmak istemiştim sadece. Bir Pazar’ın olağanüstü haliydi bugün Soma’da. Kimilerinin söylemiyle panayır alanına da dönmedi değil ortalık. Oradaki herkes büyük bir acıya ortak olmaya, paylaşmaya gelmişti. Ama atlamıştık en önemli noktayı:

Acı tek kişiliktir, hele de ilk kanamaya başladığında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder