Ersel Koruk
ÖZET
Demokratik ülkelerde siyasal iktidarın belirlenmesinde seçmen davranışlarını analiz etmek en önemli unsurdur. İktisat teorisinde siyaset ile ekonomi ilişkisiyle ilgili ortaya konan hipotezlerin çoğunluğuna göre seçmen, ekonomik anlamda getirinin kendisine faydasını göz önüne alarak tercihini yapmaktadır.
Bu
araştırmanın amacı da siyaset ile ekonomi ilişkisiyle ilgili genel hipotezleri
kısaca açıklayarak Türkiye özelinde; ekonominin seçmen davranışı üzerindeki
etkisini incelemektir.
Anahtar Sözcükler:
Seçmen davranışı, ekonomi siyaset ilişkisi, siyaset ekonomi ilişkisi üzerine
hipotezler
Demokrasiler
de iktidarı belirleyenler seçmenler olduğu için seçmenlerin tercihlerini ne
gibi unsurların belirlediğini araştırmak önemlidir. Seçmen oy verirken birden
fazla etmenden etkilenir. Etkilendikleri bu etmenler arasında siyasal durumları
(ideolojik bakışları), psikolojik nedenler (yaş, cinsiyet, etnik grup, mezhep
vs.), kitle örgütlerinin etkileri gibi belli başlı unsurlar sayılabilir.
Bunlarla birlikte seçmen tercihini etkileyen en önemli unsurlardan biri de var
olan ekonomik durumdur. İşsizlik oranı, enflasyon oranı gibi temel göstergeler
ideolojik eğilimle birlikte seçmenin tercihini belirlemesinde başat bir rol
oynar.[1]
Siyaset ve ekonominin karşılıklı etkileşimi iktidarın ekonomi politikalarını
sadece ideolojik bakışla değil, iktidar süresinin uzatılması güdüsüyle de ele
alınmasına yol açmaktadır. Doğal olarak bu karşılıklı etkileşim seçmen davranışlarının
araştırmasını ayrıca önemli kılmaktadır. Buradan hareketle seçmen tercihi ile
ekonomik performans ilişkisi incelenmiş ve çok temel hipotezler ortaya
çıkmıştır.
1-
Sorumluluk
Hipotezi
Sorumluluk
hipotezi, ekonomik koşullar ile siyasal iktidarın popülaritesi arasındaki
ilişkiyi açıklamak için geliştirilmiştir. Bu hipoteze göre, bireyler piyasada
oluşan ekonomik koşullara ilişkin sorumluluğu iktidara yüklerler. Makro
ekonomik performans (işsizlik, enflasyon oranı) siyasal iktidarın oy alıp alamaması
açısından temel unsurdur. Gerald Kramer, ABD’de kongre seçimleri üzerinde
yaptığı bir araştırmasında ekonomik dalgalanmaların etkisinin oldukça önemli
olduğunu ileri sürmüştür. Bu araştırmaya göre, ekonomik göstergelerin olumlu
seyrettiği dönemlerde iktidar partisi adaylarının, aksi durumdaysa muhalefet
adaylarının avantajlı konuma geçtiğine ilişkin bulgular elde etmiştir. Kramer çalışmada
kişi başına düşen reel geliri oylama sürecinde temel değişken olarak ele
almıştır. Buradan hareketle oylama sürecinde kişisel gelirin önemi ortaya
çıkmaktadır.
Lewis-Beck
ise İngiltere’de 1959-1983 yılları arasında yapılan genel seçimler ile
enflasyonun ilişkisi üzerinde durmuştur. Araştırmasına göre, enflasyon
yükseldiğinde mevcut iktidara olan destek azalmıştır. Bu araştırma ise ulusal
ekonomik performansın önemini göstermektedir. Sorumluluk hipotezi açısından
hangi göstergenin belirleyiciliği ön planda olur olsun, önemli olan ekonominin seçmenlerin
oy verme sürecinde asli değişken olmasıdır. Ancak buradan hareketle Gregory
Markus ekonomik oylama ilişkisinde iki görüş öne sürer. Birinci görüş,
seçmenlerin kişisel çıkarlarını dikkate alarak tercih yaptıklarıdır, yani
tercihlerini kişisel mali durumlarındaki iyileşme ya da kötüleşme belirler.
İkinci görüş ise seçmenlerin tercihlerini kişisel çıkarın değil ulusal ekonomik
performansın belirleyeceğidir.
2-
Müvekkil
Hipotezi
Otto
Swank tarafından geliştirilmiştir. Bu hipoteze göre enflasyon oranındaki
yükseliş sağ partilerin popülaritesini artırırken, işsizliğin artması sol partilerin
popülaritesini artırır. Sağ ve sol partiler farklı ekonomik politikalar izlerler.
Bu da farklı sorunlara daha çok eğilmelerine yol açar. Buradan hareketle yüksek
enflasyon belirtileri sağ partilerin, yüksek işsizlik beklentileri ise sol
partilerin popülaritesini artırır. Politik desteğin belirlenmesinde makro
ekonomik değişkenler ne kadar etkiliyse de, partilerin ekonomi politikalarına
ilişkin hedefleri de o denli etkilidir. Swank hipotezini Amerikan seçmenleri
üzerinde yaptığı araştırmasıyla da desteklemiştir.
3-
Temel
Hedef Hipotezi
Bingham
Powell ve Guy Whitten tarafından geliştirilmiştir. On dokuz ülkede yüzden fazla
seçim üzerinde çalışılarak oluşturulan bu hipoteze göre, siyasal iktidara
yönelik destek önceden vaat edilen hedeflere ulaşıldığı ölçüde sürer. Seçmenler
tercihlerini belirlerken sol ve merkez partilerin işsizlik ile sağ partilerin
ise enflasyon ile mücadele konusundaki başarılarını ölçüt alırlar. Sol ve
merkez partilerin işsizlik, sağ partilerin enflasyon ile mücadele konusunda
sergilediği zayıf performans mevcut iktidara yönelik desteğin çekilmesine yol
açar. Bu hipotez seçmenlerin her zaman ideolojik önyargılarla hareket
etmeyeceği sonucunu ortaya koyar.
Seçmen
davranışların yöneliminde sosyolojik ve psikolojik unsurların önemini
vurgulayan yaklaşımlar da vardır. İki temel yaklaşım Columbia Okulu İle
Michigan Okulu yaklaşımlarıdır. Columbia Okuluna göre, politik tercihler
oluşurken sosyal özellikler belirleyici rol oynar. Seçmenlerin dinsel, etnik ve
mesleki farklılıkları, sosyal bölünmelerin temel kaynağıdır, aynı zamanda
politik tercihlerin de. Bu ekole dönük en önemli eleştiriler Michigan okulundan
gelmiştir. Michigan ekolü seçmenlerin sosyal bir varlık olduğuna değil, birey
olduklarına yoğunlaşmıştır. Onlara göre, çoğu seçmenin başlangıcı çocukluğa
uzanan, bir partiye yönelik yerleşiklik kazanmış bir çeşit psikolojik sevgi
bağı vardır. Parti kimliği şeklinde somut olarak ifade edilen bu bağlılığın,
dinsel bir bağlılığı andırdığı ileri sürülmüştür. Buradan hareketle seçmen
tercihlerinin kalıcılığına vurgu yapılmıştır.[2]
Şekil – 1
Siyaset Ekonomi Etkileşim Süreci[3]
SEÇMEN DAVRANIŞLARI VE TÜRKİYE
ÜZERİNE
Ortaya
koyulan hipotezlerde seçmen tercihi üzerinde ekonomik unsurların etkisini
yanında sosyal, kültürel, ideolojik, psikolojik unsurların da etkisi ortaya
koyuluyor. Ancak özellikle bir dizi kronikleşmiş ekonomik sorunların olduğu,
krizlerin derinleştiği ülkelerde seçmen tercihi üzerinde ekonomik unsurların
etkisinin diğer unsurların etkisinden daha fazla olacağı rahatlıkla
söylenebilir.
“Nitekim Türkiye’de seçmen
davranışı üzerinde yapılan birçok çalışma bu iddiayı doğrular niteliktedir.”[4]
Makro ekonomik performansın seçmen tercihi üzerindeki etkisi özellikle kriz
dönemlerinde belirginleşir. Bunun en bariz örneği 3 Kasım 2002 seçimlerinin
sonucunda görülebilir; 2001 yılında yaşanan krizin ardından seçimde iktidardaki
koalisyon ortaklarından hiçbiri yüzde 10’luk seçim barajını dahi
geçememişlerdir.[5]
Türkiye’de
1946’dan günümüze değin kısa askeri darbe dönemlerini saymazsak çok partili
seçimler düzenli şekilde yapılmıştır. İlk iktidar değişimi 1950 seçimlerinde
gerçekleşmiş iktidara Demokrat Parti gelmiştir. 1946 – 1953 dönemi ekonomik
anlamda, iki farklı partinin iktidarda yer almasına karşın, “dünya ekonomisiyle farklı bir eklemlenme
denemesi”[6]
dönemi olarak geçmiştir. Bu dönemde 1949-1950 yıllarında yaşanan bir daralma
dışında ekonomik durum olumlu yönde seyretmiş, tarım sektörünün ortalama büyüme
hızı %13.2 olurken, sanayi kesiminin ortalama büyüme hızı %9.2 de seyretmiştir.[7]
1954 yılından itibaren liberal dış ticaret politikalarından vazgeçilmiş, bir
önceki dönemden kaynaklı yaşanan dış tıkanmaya yönelik ithalat
sınırlandırılmalarına gidilmiştir. Böylece ekonomide 1961 yılına değin sürecek
bir durulma dönemine girilmişti. 1957’den itibaren enflasyon oranı (TÜFE)
yükselmeye başlamış, 1958 yılında gerçekleştirilen devalüasyonun ardından %22.6
oranına kadar yükselmiştir (bu oran DP’nin iktidar döneminde görülen en yüksek
enflasyon oranıdır).[8] Ekonomideki
bu enflasyonist yükseliş seçimlere de yansımış DP 1954 seçimlerine göre %10
civarında oy kaybederek %48.6 oy almıştır.[9]
1960
yılında yaşanan askeri müdahalenin ardından tekrar seçimlere gidilmiş, 1961
yılında ülke tarihinin ilk koalisyon hükümeti Cumhuriyet Halk Partisi ile
Adalet Partisi arasında kurulmuştur. Bu ilk koalisyon hükümeti altı ay sürmüş,
ardından CHP öncülüğünde Yeni Türkiye Partisi ile Cumhuriyetçi Köylü Millet
Partisi arasında oluşmuş iki ayrı koalisyon hükümeti kurulmuştur.[10]
Bu iktidarlar dönemi ciddi ekonomik kırılmaların yaşanmadığı bir dönemdir.
Ancak kısa birkaç yıl içerisinde üç ayrı hükümetin kurulması siyasi bir
istikrarsızlığın bariz göstergesidir. Söz konusu siyasi istikrarsızlık 1965
seçimlerine de yansımış iktidar ortağı partiler ciddi oy kaybederken AP
oylarını %34.8’den %52.9’a yükseltmiş, tek başına hükümeti kuracak çoğunluğu
elde etmiştir. CHP %28.7, CKMP %2.2, YTP %3.7, Millet Partisi %6.3, Türkiye
İşçi Partisi %3 oy alarak meclise girmişlerdir.[11]
Ayrıca 1965 seçimleri Lijphart’ın orantısızlık indeksine göre 0.75 oranıyla,
temsilde en adaletli seçim olmuştur.[12]
Bu dengeli temsili sağlayan temel etken ise 1965 seçimlerinde uygulanan milli
bakiye seçim sistemdir. 1969 seçimlerine gelindiğinde ise küçük bir
enflasyonist yükseliş görülmesine karşın ekonomide çok ciddi bir sarsılma
yaşanmamıştır. AP seçim sistemini, seçim çevresi barajlı d’Hont sistemine
çevirmiştir (bu sistem birinci partiyi daha avantajlı konuma getiren bir
sistemdir).[13]
Seçim sisteminin de değişmesinin etkisiyle AP bir önceki seçime göre yaklaşık
%6 bir oy kaybıyla seçimden %46.6 oy almıştır, ancak sandalye sayısını 240’dan
256’ya çıkarmıştır. Böylece yine tek başına iktidara gelmiştir. Bu seçimde CHP
%27.4, YTP %2.2, MP %3.2, TİP %2.7, Güven Partisi %6.6, Milliyetçi Hareket
Partisi %3, Birlik Partisi %2.8 oy almıştır. [14]
1969 Genel Seçimleri oy dağılımı |
1970’li yıllara gelindiğinde ise özellikle dünyada petrol fiyatlarından kaynaklanan krizinde etkisiyle ekonomide ciddi kırılmaların yaşandığı bir süreç başlayacaktır. 12 Mart 1971 Askeri Muhtırasının ardından AP hükümeti düşmüş, 1973 seçimlerine değin sırasıyla Nihat Erim, Ferit Melen, Naim Talu hükümetleri kurulmuştur. Ayrıca bu dönem ekonomik kırılgan bir dönem olmasının ötesinde sağ-sol şeklinde ideolojik kutuplaşmaların artığı ve bunun toplumsal şiddeti tetiklediği, Türkiye’de sol ideolojinin ciddi bir yükseliş ivmesi kazandığı bir dönemdir. Bu dönemde enflasyon (TÜFE) sürekli bir artış gösterecek 1979 yılında %62 seviyesine kadar yükselecektir.[15] 1973 seçimlerinden CHP %33.3 oy alarak birinci parti çıkmış ancak tek başına iktidarı kuracak çoğunluğu elde edememiştir. %11.8 oy alan Milli Selamet Partisi ile koalisyon hükümeti kurmuştur. Bu seçimde AP %29.8, Demokratik Parti %11.9, Cumhuriyetçi Güven Partisi %5.3, MHP %3.4, Türkiye Birlik Partisi %1.1 oy alarak meclise girmişlerdir. Koalisyon hükümeti Kıbrıs Barış Harekâtını yaptıktan sonra CHP önderi Bülent Ecevit, bu başarısı üzerinden oy artıracağını düşünerek erken seçime gitmek istemiş ancak muhalefet oy kaybedeceğini düşünerek buna yanaşmamıştır. Bunun üzerine AP öncülüğünde MSP, CGP, MHP ile birlikte tarihe 1. Milliyetçi Cephe Hükümeti olarak geçecek ve yaklaşık 2.5 yıl sürecek koalisyon hükümeti kurulmuştur. 1977 seçimlerinde ise CHP %41.4, AP %36.9, DP %1.8, MSP %8.6, CGP %5.3, MHP %6.4 oy alarak meclise girmişlerdir. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesine kadar olan bu süreçte sırasıyla şu üç hükümet kurulmuştur; AP, MSP, MHP koalisyon hükümeti (2. Milliyetçi Cephe Hükümeti), 11 AP milletvekilinin partilerinden istifa edip 2. MÇ hükümetini güvenoyuyla düşürerek CHP öncülüğünde kurulan hükümet (Güneş Motel ya da 11’ler Olayı), AP’nin kurduğu azınlık hükümeti.[16]
1970’li
yıllar hem ekonomik hem siyasi anlamda çok çalkantılı geçmiş, bu da seçmen
davranışlarına büyük oranda etki etmiştir. Bu dönemde özellikle Müvekkil ve
Temel Hedef hipotezlerinin öne sürdüğünün aksine enflasyonist yükseliş sağ
partilerin popülaritesini arttırmamış, hipotezlerin tam aksine sol partiler
ülke tarihinin en yüksek oylarına ulaşmışlardır. Ancak bu durum hipotezlerin
savlarını tam anlamıyla yanlışlar nitelikte değildir. Öncelikle ekonomik
sorunlarla birlikte ciddi bir ideolojik kutuplaşma durumu söz konusuydu. Öyle
ki toplum neredeyse ortadan ikiye bölünmüş konumdaydı. Yani ekonomik durum
seçmen davranışını etkileyen en temel unsur olmaktan çıkmış, ideolojik yaklaşımın
önemi artmıştır. Ancak bu ekonominin tamamen etkisiz bir unsur olduğu anlamına
gelmez. Ayrıca enflasyon ile birlikte yükselen bir işsizlik de söz konusudur.
1969 yılında işsizlik %5.9 düzeyindeyken 1979’da %8.9 yükselmiştir.[17] İşsizliğin
artmasında o yıllarda yaşanan köyden kente göçün ve bu göçle artan istihdam
ihtiyacını karşılayacak ciddi sanayi atılımının yapılamaması da önemli
etkenlerdir. Müvekkil ve Temel Hedef hipotezlerinin savlarını dikkate
aldığımızda işsizliğin sol partilerin popülaritesini artıran önemli bir etken
olduğu görünmektedir.
1970
yılların siyasi ve ekonomik ortamı değerlendirildiğinde; ekonomide yükselen
enflasyonist bir eğilim olmasına karşın bu sağ partilerin popülaritesini
arttırmamış, aksine sol partiler yükselmiştir; bunun temel nedeniyse
enflasyonla birlikte yükselen işsizlik oranları sol partileri tercih edilir
hale getirmiş, üstüne sol partilerin emekçi sınıflara yönelik ideolojik
söylemleri var olan ideolojik kutuplaşmış ortamda fazlasıyla lehlerine
işlemiştir. Ayrıca 1973 seçimler ile 1977 seçimleri karşılaştırıldığında iki
büyük partinin CHP ile AP’nin oylarını küçük partilerin aleyhinde ciddi oranda
artırdıkları görülmektedir. Bunun başlıca nedeni koalisyon hükümetlerinin
başarısızlığında aranabilir. 1970’li yıllar dikkate alındığında hem ekonomik
hem de siyasi sorunları çözme konusunda koalisyonların yetersiz kaldığı rahatça
gözlemlenebilir. Bu durumun seçmeni tek başına iktidara gelebilecek iki büyük
partiye oy vermeye itmiş olması olasıdır. 1980 Askeri Darbesinin sonucunda
hazırlanan 1982 Anayasası da tek başına iktidar kurulması ve istikrarın
sağlanması düşüncesiyle seçim çevresi barajlı d’Hont seçim sistemine bugün hala
fazlasıyla tartışılan %10 ülke barajını eklemiştir.[18]
1983 yılında yapılan genel seçimlere üç parti (izin alabildikleri için) katılmıştır. Anavatan Partisi %45.1, Halkçı Parti %30.5, Milliyetçi Demokrasi Partisi %23.3 oy almışlardır. Anavatan Partisi böylece tek başına iktidara gelmiştir. Bu dönem 24 Ocak 1980 ekonomik liberasyon kararlarının uygulandığı, Türkiye ekonomisinin dünyaya açıldığı dönemdir. 1980 yılında enflasyon oranı %101.4 düzeyine kadar yükselmiş, 1982 yılına gelindiğinde ise %28.4 oranına kadar gerilemiştir. İlerleyen yıllarda enflasyon tekrar yükselmiş 1988 yılında %73.7’e kadar çıkmıştır.[19] Bu enflasyonist yükseliş döneminde 1987 seçimleri yapılmıştır. Oy kaybına uğradığını gören ANAP seçim sisteminde bir dizi değişikliğe gitmiş, oyu %45.1’den %36.3’e kadar düşmesine rağmen sandalye sayısını artırarak seçimden çıkmıştır.[20] Lijphart’ın orantısızlık indeksine göre 1983 seçimlerinin oranı 4.5 iken 1987 seçimlerinin orantısızlık indeksine göre oranı 15.7’dir.[21] Bu da iki seçim arasındaki temsilde adaletsizliği açıkça göstermektedir. Sosyal Demokrat Halkçı Parti %24.7, Doğru Yol Partisi %19.1 oy alarak meclise girmiş, Demokrat Sol Parti %8.5, Refah Partisi %7.2, Milliyetçi Çalışma Partisi %2.9, Islahatçı Demokrasi Partisi %0.8 oy almışlardır. 1991 seçimlerinden itibaren ise 2002 yılına değin sürecek yeni bir koalisyonlar dönemi başlamıştır. Sırasıyla meclise giren partilerin seçim sonuçları şöyledir: 1991 seçimleri DYP %27, ANAP %24, SHP %20.8, RP %16.9, DSP %10.7; 1995 seçimleri DYP %19.2, ANAP %19.7, RP %21.4, DSP %14.7, CHP %10.7; 1999 seçimleri DYP %12, ANAP %13.2, DSP %22.2, MHP %18, Fazilet Partisi %15.4.[22]
Bu
dönem ciddi siyasal ve ekonomik krizlerin yaşandığı bir dönemdir. Türkiye bu
dönemde terörle ciddi şekilde uğraşmak durumunda kalmış, 1994 ve 2001’de iki
büyük ekonomik kriz geçirmiştir. Ayrıca 28 Şubat 1997’de Asker Refahyol
hükümetini, Refah Partisi ile Doğruyol Partisinin oluşturduğu koalisyon,
istifaya zorlamış bir kez daha siyaset müdahale etmiştir. DYP ile ANAP’ın
oyları giderek düşmüş, Refah Partisi ciddi seçim başarısı göstermiştir. Ayrıca
CHP ve MHP tekrar siyasi bir figür olarak yükselmiş, özellikle 1999
seçimlerinde milliyetçi söylemler kullanan DSP ile MHP büyük başarı elde
etmişlerdir. Özellikle merkez sağ partilerin, ANAP ile DYP, giderek oy
kaybetmesi enflasyonist yükselişin bir sonucu gibi durmaktadır. 1994 yılında
enflasyon %106.3 kadar yükselmiştir.[23]
Temel Hedef hipotezinin de öngördüğü gibi enflasyonla mücadele konusunda
başarısız olan merkez sağ partilerin oyları giderek erimiştir. Ayrıca bu
dönemde önemli bir siyasi sorun olan terör konusu milliyetçi söylemlerin seçmen
tercihi üzerindeki etkisini arttırmış, DSP ile MHP oylarını böylece
artırmışlardır. Ayrıca muhafazakâr bir parti olan Refah Partisi (kapatılmasının
ardından Fazilet Partisi) merkez sağdan gelen oyları alarak ciddi bir yükseliş
göstermiştir. Bu koalisyonlar dönemi 2001 yılında yaşanan krizin ardından
2002’de gidilen erken seçimle son bulmuştur.
2001
yılında yaşanan ekonomik kriz koalisyon ortakları olan DSP, MHP, ANAP ile
birlikte meclisteki diğer iki partiyi de, FP ile DYP, meclis dışına itmiş, 2002
seçimlerinden yeni kurulan Adalet ve Kalkınma Partisi %34.3 oyla tek başına
iktidar olarak çıkmıştır. Meclise giren diğer parti ise %19.4 oyla CHP
olmuştur. Böylece iki partili bir meclis kurulmuştur. 2002 seçimlerinin
Lijphart orantısızlık indeksine göre oranı 22.4’tür.[24]
Bu denli adaletsiz bir temsil oranının ortaya çıkmasının başlıca nedeni ise var
olan seçim sistemi, özelde ise %10’luk ülke barajıdır. Bu seçimde DYP %9.6, MHP %8.4, Genç Parti
%7.3, Demokratik Halk Partisi %6.2, ANAP %5.1, DSP ise %1.2 oy almıştır.
2001’de yaşanan kriz Türkiye tarihinde ekonomik unsurların seçmen tercihi
üzerinde etkisinin en bariz olduğu dönemdir.
2007
seçimlerinde oylarını %46.6’ya artırarak AKP tek başına iktidarını korumuş, bu
seçimlerde CHP %20.9, MHP %14.3 oy almıştır. Ayrıca 26 bağımsız milletvekili
seçilmiş, bu bağımsız milletvekilleri Demokratik Toplum Partisi olarak grup
oluşturmuşlardır. Bu beş yıllık dönem hem siyasi hem de ekonomik açıdan
istikrarlı geçmiş bu da AKP’nin oylarına yansımıştır. 2008 yaşanan küresel
krizin ardından yapılan 2009 yerel seçimlerinde ise il genel meclisi
sonuçlarına göre AKP’nin oyu %38.4’e kadar gerilemiştir.[25][26]
Bu da o dönemde ekonomik durumun kötü seyretmesinin sonucu olarak AKP oylarına
yansımıştır.
SONUÇ YERİNE
Seçmen
davranışlarını etkileyen birçok unsur söz konusudur. Ancak en etkili unsurun
ekonomik performans olduğu söylenebilir. Özellikle Türkiye gibi ekonomik
istikrarsızlıkların görüldüğü ülkelerde bu durum çok daha barizdir. Yukarıda
bahsedilen ekonomik oylamaya ilişkin hipotezler ile Türkiye’de seçmen
tercihleri üzerine yapılan değerlendirmeden de anlaşılacağı üzere birçok seçmen
varsayılan hipotezler doğrultusunda tercih yapmaktadır. Bu durumun her ülkeden
ülkeye her zamandan zamana belirli oranlarda değişeceği bir gerçektir; ancak bu
ekonominin az ya da çok seçmen tercihini etkilediği gerçeğini değiştirmez.
Ekonominin seçmen tercihi üzerinde bu denli etkili olması diğer birçok unsurun
etkili olmadığı anlamına da gelmez.
Oy
verme konusunda ekonominin öncelikli unsur olduğu konusu Adaman, Çarkoğlu,
Şenatalar’ın yürütmüş olduğu bir araştırma kapsamında seçmenlerin karar verme
sürecindeki öncelik sıralamasıyla ilgili anket sonucu şöyledir:
Şekil - 2[27]
Gündemdeki
Temel Sorunlar
|
Önemi
%
|
Gündemdeki
Temel Sorunlar
|
Önemi
%
|
Enflasyon/Hayat
|
34
|
PKK/G.Doğu
Sorunu
|
6
|
İşsizlik
|
26
|
Demokrasi/Fikir
Özgürlüğü
|
5
|
Rüşvet
ve Yolsuzluk
|
14
|
Sağlık/Sosyal
Güvenlik
|
3
|
Eğitim
|
8
|
Ahlaki
Yozlaşma
|
3
|
Araştırmadan da
gösterdiği üzere Türkiye’de seçmen tercihini yaparken öncelikli unsur olarak
ekonomik konuları ele almaktadır. Sonrasında sırasıyla sosyal, psikolojik,
siyasal konular gelmektedir.
Türkiye’de yapılan genel seçimleri toplu halde değerlendirildiğinde
kısa bir dönem (1973-1980) hariç seçmenin tercihinin ağırlıklı olarak sağ
partilerden yana olduğu görünmektedir. Giderek bu tercihin merkez sağ
partilerden muhafazakâr partilere kaydığı da söylenebilir. Bu kayışın nedeninin
merkez sağ partilerin enflasyonla mücadele konusunda yetersiz kalmasından
kaynaklı olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca yapılan bir araştırmaya göre Türkiye’de
keskin ideolojik kaygılarla oy kullanan seçmen oranı %13.7’dir.[28]
Buradan hareketle anlaşılmaktadır ki Türkiye’deki seçmenin çoğunluğu ideolojik
kaygılardan öte ekonomik kaygıları göz önünde bulundurarak oy kullanmaktadır.
KAYNAKÇA:
AVCIOĞLU,
D. (1973), TÜRKİYENİN DÜZENİ,
Ankara: Bilgi Yayınevi
ÇİNKO,L.
, Seçmen Davranışları ile Ekonomik Performans Arasındaki İlişkilerin Teorik
Temelleri ve Türkiye Üzerine Genel Bir Değerlendirme, Ankara Üniversitesi SBF
Dergisi, 61-1, 2002, s.103-116
ERDOĞAN,
S.
(2004), Siyaset-Ekonomi İlişkileri, İstanbul: Değişim Yayınevi
KORKUT,
B.
(2012) , Türkiye İktisat Tarihi, Ankara: İmge Kitabevi
ÖZBUDUN,
E.
(2011), Türkiye’de Parti ve Seçim Sistemi, İstanbul: Bilgi Üniversitesi
Yayınları
SAYARI,
S. , BİLGİN, H. D. (2015), Karşılaştırmalı Siyaset Temel
Konu ve Yaklaşımlar, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları
SÖNMEZ,
A.
, (2003), Doğu Asya “Mucize”si ve Bunalımı Türkiye İçin Dersler, İstanbul:
Bilgi Üniversitesi Yayınları
TÜRK,
H. S. (1997), Seçim Hukukunun Temel Sorunları ve Çözüm
Önerileri, Ankara: Tesav Yayınları
http://sendika9.org/2015/05/secim-arifesinde-ekonomik-gostergeler-korkut-boratav/,
erişim tarihi: 6 Mart 2016
http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/986c33a9-89ed-4aad-9acd-0ef5e8cfff21/ergunermisoglu.pdf?MOD=AJPERES,
erişim tarihi: 6 Mart 2016
http://www.berjournal.com/wp-content/plugins/downloads-manager/upload/BERJ%204(2)13%20Article%206%20pp.79-90.pdf,
erişim tarihi: 6 Mart 2016
https://www.researchgate.net/publication/23747427_Turkiye%27de_Ekonomik_Krizler_ve_Hukumetler_1969-2001_Economic_Crises_and_Governments_in_Turkey_1969-2001,
erişim Tarihi: 6 Mart 2016
http://makdis.pamukkale.edu.tr/kriz.htm,
erişim Tarihi: 6 Mart 2016
[1] ERDOĞAN, S. (2004),
Siyaset-Ekonomi İlişkileri, İstanbul: Değişim Yayınevi, s.105
[2] Ayrıntılı bilgi için bkz ÇİNKO,L.
, Seçmen Davranışları ile Ekonomik Performans Arasındaki İlişkilerin Teorik
Temelleri ve Türkiye Üzerine Genel Bir Değerlendirme, Ankara Üniversitesi SBF
Dergisi, 61-1, 2002, s.103-116
[3] KAPUSUZOĞLU, M. , Ekonomik
Kriz 2002 Seçimleri ve Seçim Tercihi,
Sosyal ve Beşeri Bilimler Dergisi, Cilt 3, No 2, 2011
[4] ÇİNKO, 2002, s.103-116
[5] YSK verilerinden
yararlanılmıştır.
[6] KORKUT, B. (2012) , Türkiye
İktisat Tarihi, Ankara: İmge Kitabevi, s.93
[7] KORKUT, 2012, s.101
[8] http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/986c33a9-89ed-4aad-9acd-0ef5e8cfff21/ergunermisoglu.pdf?MOD=AJPERES,
erişim tarihi: 6 Mart 2016
[9] YSK verilerinden
yararlanılmıştır.
[10] BEKAROĞLU, E. A. (2015), Araftaki
Seçim, İstanbul: Vadi Yayınları, s.40
[11] YSK verilerinden
yararlanılmıştır.
[12] ÖZBUDUN, E. (2011), Türkiye’de
Parti ve Seçim Sistemi, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları, s.101
[13] Seçim sistemleriyle ilgili
Ayrıntılı bilgi için bkz, TÜRK, H. S. (1997), Seçim Hukukunun Temel Sorunları
ve Çözüm Önerileri, Ankara: Tesav Yayınları
[14] YSK verilerinden
yararlanılmıştır.
[15] http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/986c33a9-89ed-4aad-9acd-0ef5e8cfff21/ergunermisoglu.pdf?MOD=AJPERES,
erişim tarihi: 6 Mart 2016
[16] YSK verilerinden
yararlanılmıştır.
[17] http://www.berjournal.com/wp-content/plugins/downloads-manager/upload/BERJ%204(2)13%20Article%206%20pp.79-90.pdf,
erişim tarihi: 6 Mart 2016
[18] Ayrıntılı bilgi için bkz, TÜRK,
1997
[19] http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/986c33a9-89ed-4aad-9acd-0ef5e8cfff21/ergunermisoglu.pdf?MOD=AJPERES,
erişim tarihi: 6 Mart 2016
[20] Seçim sistemi değişikliğiyle
ilgili bkz, BEKAROĞLU, 2015, s.48-49
[21] ÖZBUDUN, 2011, s.101
[22] YSK verilerinden yararlanılmıştır.
[23] http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/986c33a9-89ed-4aad-9acd-0ef5e8cfff21/ergunermisoglu.pdf?MOD=AJPERES,
erişim tarihi: 6 Mart 2016
[24] ÖZBUDUN, 2011, s.101
[25] YSK verilerinden
yararlanılmıştır.
[26] http://sendika9.org/2015/05/secim-arifesinde-ekonomik-gostergeler-korkut-boratav/,
erişim tarihi: 6 Mart 2016
[27] ÇİNKO, 2002, s.103-116, Araştırmanın
yayınlanma tarihi 2001 o dönemde terör konusunda ciddi bir sorun söz konusu
değildi.
[28] ÇİNKO, 2002, s.103-116
*Bu makale, 14. Türkiye Üniversite Öğrencileri Bağımsız İktisat Kongresinde sunulmuştur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder