“Gezi olaylarındaki kutuplaşma Türkiye’deki geleneksel kimlik siyasetinin fay hatlarına denk düştü. Hatta toplumda bu fay hatları paralelindeki kutuplaşmayı sıkılaştırdı, sertleştirdi. Oysa Türkiye’nin emek, sosyal haklar, iş güvencesi, taşeronluk gibi konularda kutuplaşmaya ihtiyacı var.”
Gezi olaylarının Türkiye’nin demokrasi tarihi için, bir
kırılma, bir başlangıç olduğu ya da en azından siyasi ve toplumsal hayatta
kalıcı etkiler bırakacağı görüşlerine katılır mısınız?
Bu soruya hem evet hem de hayır cevabı vermek mümkün. Evet,
çünkü sokaktan siyasetin marjinal gruplar değil de sıradan insanlar eliyle
yapıldığında ne kadar etkili olabileceği görüldü. Bu farkındalığın Türkiye’de
siyasetin işleyişine önemli etkileri olacağını düşünüyorum. Artık hiç kimse, en
azından yakın vadede, Gezi Parkı’ndan tek bir ağaç bile sökemeyecektir. Ancak
henüz olayların başındayken meselenin sadece Gezi Parkı olmadığının söylenmesi,
hükümeti düşürme heyecanına kapılma halleri ve çeşitli grupların sözlü ve fiziki
şiddete meyyal davranışları yüzünden olaylar çok farklı bir bağlama taşındı. Diğer
taraftan sorunuza hayır cevabı da verilebilir. Çünkü Gezi olaylarındaki
kutuplaşma Türkiye’deki geleneksel kimlik siyasetinin fay hatlarına denk düştü.
Hatta toplumda bu fay hatları paralelindeki kutuplaşmayı sıkılaştırdı,
sertleştirdi. Oysa Türkiye’nin emek, sosyal haklar, iş güvencesi, taşeronluk
gibi konularda kutuplaşmaya ihtiyacı var.
Gezi olaylarıyla ilgili daha çok gündeme gelen çoğulcu-çoğunlukçu
demokrasi tartışmasıyla ilgili olarak ne düşünüyorsunuz?
Demokrasi en nihayetinde serbest ve adil seçim yoluyla iktidarın
belirlenmesi ve yine aynı yolla iktidarın el değiştirmesidir. Bu çerçeveye
giren her rejim demokrasidir. Bunun ötesindeki tartışmaları anlamlı bulmuyorum.
Demokrasinin önüne gelen sıfatlar o kadar fazla ki bir siyaset bilimci olarak
ben takip edemiyorum açıkçası. Öte yandan, demokratik veya değil, her siyasi iktidarın
gücü belli araçlarla ve kurumlarla sınırlanmalı ve keyfiliği giderilmeli
elbette.
“Ak Parti, Gezi olayını alışık oladuğu bir noktaya çekmeyi başardı.”
Gezi olayları ve birlikte gelişen süreçte başta iktidar olmak
üzere ülkedeki temel siyasi aktörlerin pozisyon alma ve süreci değerlendirme
biçimlerini nasıl yorumlarsınız?
Geleneksel siyasi aktörlerin iyi anladıkları bir süreç
değildi. İktidardan başlayalım. Öncelikle iktidar Gezi olaylarına çok
hazırlıksız yakalandı, hazırlıksızlığı ölçüde bocaladı, kendi içinde çelişkiye
düştü. İkincisi ve daha önemlisi, Ak Parti şimdiye kadarki siyasi krizlerde hep
müesses nizamın baskısı altında olan taraftı, mağdurdu. Gezi’de ise Ak Parti ilk
defa mağdur olan değil, mağdur eden taraf konumuna düştü. Bu konumdayken
kendisini savunmak zorunda kaldı. Alışık olduğu bir durum değildi bu,
dolayısıyla bocalama derecesi arttı. Ancak Ak Parti, Gezi olayını alışık olduğu
bir noktaya çekmeyi başardı diyebilirim. Mesela, uluslararası bir komplonun
mağduru olduğunu iddia etti, faiz lobisinden bahsetti. Veya Geziciler ve Gezici
olmayanları yaşam tarzları ve kimlikler üzerinden bölmeyi tercih etti. Böylece
kendi seçmen tabanını hem genişletmeyi hem de sıkılaştırmayı hedefledi. Yani
Gezi olaylarına sebep olan dinamikleri veya Gezici gençlerin taleplerini
anlamaya çalışmaktansa kendi seçmen tabanına mesaj göndermeyi tercih etti.
Seçimlerin yaklaştığı bir dönemde kendisine seçimleri kazandıracak bir şekilde
krizi yönettiğini söyleyebiliriz aslında. Bu durumda gayet rasyonel davrandı
bile denilebilir.
Muhalefete gelince… Onlar da Ak Parti’nin krizi yönetme mantığına
malzeme verdiler aslında. CHP zaten bu malzemeyi vermede gayet yetenekli. Aslında
bu da onun işine geliyor, çünkü söz konusu denklemde kendisini %20-30 bandında
tutma garantisine sahip. CHP aslında Gezi olaylarını 2007’deki Cumhuriyet
Mitingleri ile karıştırdı. Evet, her iki hadisede de katılımcıların profili
benzerdi, kentsoylu orta sınıflar büyük oranda temel aktördü ve bunların Ak
Parti ile ilgili asıl derdi hayat tarzı rahatsızlığı veya tahammülsüzlüğüydü.
Ama Gezi’de 2007’deki gibi organize, örgütlü bir kitle yoktu. Tersine örgütsüz,
lidersiz, spontane bir hareketlenme söz konusuydu. Bu hareketlenmeye katılan
birkaç grubu çok anlamlı buluyorum. İlki elbette Gezi Parkı’nın kaldırılıp bir AVM’ye
dönüştürülmesine karşı olan, orada nöbet tutan insanlar. Olayları tetikleyen bu
insanların çadırlarına sabaha karşı baskın düzenlenmesiydi. İkincisi, Ak
Partili olmayan dindarlar. Onlar da ciddi anlamda ezber bozdular diyebiliriz.
Sonuncusu ise siyaseti umursamayan ama gözlerini açtıklarından beri Başbakan’ı gören,
uzunca bir süre daha göreceklerini düşünen ve haklı olarak tüm dünya hızla
değişirken bu durağanlığa isyan eden gençler. CHP’nin de Gezi eylemlerine
katılan kentli orta sınıfların da bunları pek iyi anlayamadıklarını
düşünüyorum. Anlayamadıkları ölçüde de Ak Parti’ye malzeme veriyorlar. Ayrıca
kentli orta sınıfların boş vakitlerinin çoğunu AVM’lerde geçirdiği
düşünüldüğünde iş daha da bir ilginçleşiyor.
“Siyasi iktidarlar dünyayı kavrayışları anlamında toplumun gerisinde kaldıklarında toplumdan gelen meydan okumalarla karşılaşırlar.”
Gezi direnişinin Türkiye’de İslami otoriterleşme ve yaşam
tarzına müdahaleye karşı seküler bir başkaldırı olduğuna dair hem batılı
kaynaklarda hem Türkiye’deki çeşitli kaynaklarda pek çok yorum görüyorum. Sizce
Gezi olayları böyle bir nitelik yansıttı mı?
Bu soruya bir önceki sorunuzda biraz cevap verdim aslında.
Evet, böyle bir niteliği vardı, ama bundan ibaret değildi. Ancak “İslami
otoriterleşme ve yaşam tarzına müdahale” kaygısını gerçek bir kaygı olarak görmüyorum.
Ürktüğünüz şey bazen sizin kurgunuz olabilir. Türkiye’de Ak Parti’nin temsil
ettiği hayat tarzına tahammül edemeyen insanlar var elbette ve bu insanların Ak
Parti’yi 10 yıldır iktidarda görmesi ve bu iktidarın yakın zamanda değişeceğine
dair de bir umudu olmaması kendileri açısından travmatik bir durum. Bu travma
çok anlaşılırdır. Öyle görünüyor ki Ak Parti bu travmayı taze tutmayı siyasi
bir strateji olarak benimsemiş durumda. Ancak bu durum çok fazla sürdürülebilir
olmayabilir.
Son dönemlerde dünya üzerinde farklı farklı coğrafyalarda
hatırı sayılacak pek çok toplumsal olay ve büyük çaplı protesto gerçekleşti.
Birçoğunun ortak noktası ise çabuk parlayıp aynı çabuklukta sönmesiydi. Bunun
bu yüzyılda toplumsal ile siyasal arasında bir senkronizasyon eksikliğine
işaret ettiğini söyleyebilir miyiz?
Bu senkronizasyon eksikliği çok normaldir ve her zaman
olmuştur. Tam senkronizasyonun olduğu hallere faşizm diyoruz zaten. Siyasal
olan, sosyal olanı idare edebildiği, yönetebildiği ölçüde iktidardır. Siyasi iktidarlar
dünyayı kavrayışları anlamında toplumun gerisinde kaldıklarında toplumdan gelen
meydan okumalarla karşılaşırlar. Son dönemde olan toplumsal hareketlenmelerin
ivmesini çabuk kaybetmelerinin önemli bir sebebi lidersiz ve örgütsüz olmaları
aslında. Ancak bu onların etkisiz olduğu anlamına gelmiyor. Bir birikimin
patlaması bunlar ve siyasete etkileri mutlaka olacaktır. En azından geleneksel
siyasetin yakın gelecekte tabanını yitireceği belli olmuştur.
Değerli vaktinizi ayırdığınız için teşekkürler... 10.10.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder