Gezi olaylarının Türk Siyasal yaşamı içerisinde önemli bir kırılma noktası olduğu görüşüne katılıyor musunuz?
Gezi olaylarının çok yakın dönem içinde bir kırılma noktası değil ama önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum. Çünkü gezi olaylarında olan şey aslında daha önce de yakın tarihimizde olan başka şeylere biraz benziyor. Mesela Uğur Mumcu’nun öldürülmesi sonrasında ortaya çıkan tepkilere benziyor. Onun için gezi olaylarının bir kırılma, bir milat olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Dikkate değer bir durum, fakat üstünden geçilecek, kapanacak bir şey olduğunu düşünüyorum. Yani Sivas olaylarından daha kalıcı etkisi olmayacak.
Gezi olaylarının çok yakın dönem içinde bir kırılma noktası değil ama önemli bir nokta olduğunu düşünüyorum. Çünkü gezi olaylarında olan şey aslında daha önce de yakın tarihimizde olan başka şeylere biraz benziyor. Mesela Uğur Mumcu’nun öldürülmesi sonrasında ortaya çıkan tepkilere benziyor. Onun için gezi olaylarının bir kırılma, bir milat olduğunu kesinlikle düşünmüyorum. Dikkate değer bir durum, fakat üstünden geçilecek, kapanacak bir şey olduğunu düşünüyorum. Yani Sivas olaylarından daha kalıcı etkisi olmayacak.
“Bir siyasal hareketin olması için, bir kırılmanın olması için aynı şeylere karşı olmak yetmez. Bir de aynı şeyleri istemek lazım. Siyasal olarak, ekonomik olarak Ali Koç ile DHKP-C aynı şeyi isteyebilir mi? Burada bir yanlışlık var.”Peki buna tüm dünyada yaşanan toplumsal olayların Türkiye’deki yansıması diyebilir misiniz?
Bir boyutuyla diyebiliriz. Gezi olayları biraz Türk filmleri gibi; çok iyi duygularla, iyi ideallerle temiz şeylerle başlayan fakat sonra kötü biten, dağılan birşey oldu. Bu eğer böyle olmasaydı, Türkiye için yeni bir siyasal söylemin başlangıcı olabilirdi. Türk siyasal hayatı çağdaş, post modern, çok sesli yeni bir muhalif söylem kazanabilirdi. İlk başta “Kahrolsun bağzı şeyler.”, “Derrida bizi gör.”, “Mustafa Keser’in askerleri.” , “Yazacak hiçbir şey bulamıyorum.” gibi orijinal; şenlikli, çok sesli, muhalif sesler vardı. Daha sonra sahneye Dev-Sol, Dev-Yol çıktı. Türkiye’nin eskimiş Stalinist sol örgütleri çıktı. Bunlar elli senedir aynı şeyleri söylüyorlar. Bunlar dünyada çağ dışı zaten. Bugün orada DHKP-C’ nin attığı sloganlar ile 1 Mayıs’ta attığı, on beş sene önce attığı sloganlar aynı sloganlar. Bunlar hakim olunca ilk başta ortaya çıkan şeyler bunun içinde boğuldu. Gezi Parkı’na Mustafa Alabora, Siemens’in genel müdürü, Ali Koç, Taksim Platformu diye çok garabet bir grup çıktı. Taksim Platformu daha sonra üçüncü köprü yapılmasın diye acayip talepler dile getirdi. Orada ilk eylem yapanlar Koç Üniversitesi’nin, Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrencileriydi. O çocuklar gayet çağdaş, epeyce kısmı çevre duyarlılığı olan çocuklar. Taksim Platformu diye çıkan adamları gece görseler kaçarlar. Orada TÜSİAD, DİSK, Dev-Sol, Ali Koç, Siemens, Çarşı bütün bunlar bir şeye karşı olarak bulunabilirler. Bunlar başbakana karşı olarak sahneye çıktılar. Bir siyasal hareketin olması için, bir kırılmanın olması için aynı şeylere karşı olmak yetmez. Bir de aynı şeyleri istemek lazım. Siyasal olarak, ekonomik olarak, Ali Koç ile DHKP-C aynı şeyi isteyebilir mi? Burada bir yanlışlık var. Dolayısıyla baktığım zaman bu işin sosyolojisi ile siyasal durumunu farklı görüyorum. Bir diğer şey, küreselleşmeyle beraber artık devlet tek siyasal aktör değil. Uluslararası ilişkiler de devletlerarası ilişkiler değil, çok aktörlü bir ilişki biçimi olmaya başladı. Dolayısıyla bu süreçte aynı zamanda devletlerarası çatışmalar değil devletler içi çatışmalar söz konusu olmaya başladı. Bugün dünyanın en büyük egemen gücü olan Amerika’nın içinde de bir çatlama var. Obama’nın bütçesi kilitlendi. Şimdi Türkiye’de de toplumsal olaylar büyük ölçüde, dış bağlantıları da olmasına rağmen, devletin kendi içindeki çatışmalarından kaynaklanan şeylerdi. Son yirmi-otuz yıla baktığımız zaman 30 Ağustos’ta hangi generalin orgeneral olacağı konusunda çıkan generaller arasındaki sürtüşme, tabana öğrenci çatışması olarak yansımıştır. İşin spontane kısmı yani sosyolojik olarak açıklayacağımız kısmıyla siyasal sonuçları birebir örtüşen şeyler değil. Gezi olaylarında aynı şeylere karşı olan gruplar aynı şeyleri istemiyorlar. Dolayısıyla buradan anlamlı bir siyasal muhalefet çıkmadı. Gezi olaylarını bir tarafı ikiye bölerek değerlendirmek lazım. Birincisi; ve spontane orijinal şeyler. Bunların boğulması bence Türkiye adına bir kayıp oldu. Diğer kısım, eskimiş sol örgüt söylemleri. Bunlar oraları kirletti. Çağdaş muhalif bir sol söylemin doğmasını da onlar engellemiş oldu. Bu çağdaş muhalif söylemi, klasik ortodoks Stalinist sol manipüle etti. Bunların hepsini de devlet manipüle etti. Hükümet yakın dönemdeki siyasal geleceğini garantiye almak için, yüzde elliyi sağlamlaştırmak için bir bloklaştırma oluşturdu. Bu manipülasyon, bu yeni muhalif söylemin boğulmasından daha anlamlı mıdır derseniz ondan emin değilim.
“Askeri bir destek alsalardı, o zaman darbe mi olacaktı? Olabilir diyen gruplar vardı.”Gezi direnişinin Türkiye’de İslami otoriterleşme ve yaşam tarzına müdahaleye karşı bir başkaldırı olduğuna dair çeşitli kaynaklarda yorumlar okuduk. Siz bu olayı nasıl değerlendirirsiniz?
Bu kısmen doğru. İlk sahneye çıkan kesim hakikaten çok spontane ortaya çıkan kesimdi. Bir de çıkarılmış kesim vardı. Boğaziçi, Koç, Özyeğin Üniversiteleri Türkiye’deki siyasal hareketin tamamının dışında kalırken birden bire sahneye çıkmaları normal mi? Bunlar manipülatif yerler. Bunlar kendi öğrencilerini servislerle oraya götürdüler. Burada bir samimiyet falan yok, bunlar manipülasyon. Ama şunu anlayışla karşılıyorum. Türkiye’de genel anlamda iktidarın birtakım muhafazakar uygulamalarına bir tepki olmuştur. Bu boyut gayet haklı ve doğru ve bu kararlarında bu insanlar samimilerse bunu da sürdürmeliler bence. Bu konuda örgütlenmeleri, siyasal tepki vermeleri doğru ama bunun bir direniş ve devrim olarak lanse edilmesi yanlış. O zaman o sivil darbe olur.( 27 Mayıs’ta olduğu gibi.) Askeri bir destek alsalardı o zaman darbe mi olacaktı? Olabilir diyen gruplar vardı. Orada ulusalcılar, Mustafa Kemal’in askerleri, İşçi Partisi vs. onu savunuyordu. Yeni çok kozmopolit olduğu için ayrıştırarak bakmak lazım, “gezi” diye tek bir başlık altında toplanacak bir şey yok.
“… ‘Basın milletin tarafsız, hür sesidir.’ diye bir şey yok. Her basın organı, kendi temsil ettiği sermaye grubuna göre kamuoyunu manipüle eder.”Bu olayların yayılması ve yorumlanmasında sosyal medyanın etkisi nedir? Sosyal medya ana akım medyanın önüne geçmiştir diyebilir miyiz?
Rahatlıkla diyebiliriz. Bütün dünyada yeni muhalif hareketler günün araçlarıyla oluyor. Şu anda sosyal medya revaçta. Birkaç sene evvel Mardin’de bir toplantıya katılmıştım. Oradaki DTP il başkanına sordum; “Sizin çocuğunuz daha çok Facebook mu istiyor, daha çok Kürtçe eğitim mi istiyor?” Adam mahzunlaşarak “Daha çok Facebook” dedi. Bundan yirmi sene evvel insanlar televizyonda duyduğuna itibar ediyordu, şimdi Twitter’da duyduğuna daha çok itibar ediyor. Sosyal medya yeni olduğu için moda ve çok etkin. Twitter şu anda büyük haber kanallarından daha etkili.
Bunda ana akım medyadaki kutuplaşmanın keskin hale gelmesinin de etkisi yok mu?
Analizinize katılıyorum. İletişimle ilgili verdiğim derslerde de söylerim. “Basın milletin tarafsız, hür sesidir.” diye bir şey yok. Her basın organı, kendi temsil ettiği sermaye grubuna göre kamuoyunu manipüle eder. Tarafsız gazete diye bir şey yok ve bunun sınırına gelindi. Mızrak çuvala sığmadı. Böyle olduğu için de yeni kitleler yakalanamadı. Kitle iletişim araçlarının artık ömrü doluyor. Bugünkü gençliğin yöntemleri farklı. Bundan elli sene önce, dünyada kuşaklar yüz- iki yüz senede bir değişiyordu. Şimdi küreselleşmeyle birlikte beş yılda bir kuşaklar değişiyor. Böyle yoğun bir değişim var.
Değerli vaktinizi ayırdığınız için teşekkürler. 09.10.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder