26 Mart 2013 Salı

Bilinmeyene Değil Gökyüzüne Mektup

Esma ERDAL

Bilinmeyenlerden, bilememekten sıkıldı gönlüm. Kırıldı, bir de yorgun yüreğim. Ne olacak, nereye varacaklardan da usandı, kimi zaman caydı gönlüm. Yollar uzun bir o kadar da inceyken takatsiz kanadı kırık yüreğim… 

Ah yalan dünya yalandan yüzüme ah gülen dünya… Yalandan gülen, yalandan… Ah telaşına kapıldığım dünya, ne bana kalırsın ne bir başkasına. Ne yar olursun ne ana…

Demiş ki zindanların şairi Nazım:

Güzel günler göreceğiz çocuklar
Motorları maviliklere süreceğiz
Çocuklar inanın, inanın çocuklar
Güzel günler göreceğiz güneşli günler
(…)

Güzel günleri görmeye çalışır gibi bakıyorum maviliği sonsuz gökyüzüne. Bir bozarıp bir kızarıp bir kararıp bir aydınlanan gökyüzüne… Beyaz tomurcuklarla akladığı yeryüzünden yazıyorum; gözyaşlarını umursamazca akıtıp ardından kendini affettirmek için rengârenk bir kuşak bağlayan gökyüzüne…

Düşünebilen varlıklar insanlar ve çocuklar diye ikiye ayrılıyor benim için. Yani sadece iyi düşünebilenler ve her şeyi düşünebilenler... İşte bu yüzden mavi gökyüzü ve denize hasret kaldığınız günlerde masum bakışlı içten gülen bir yavrunun kahkahasında kendinizi unutmanızı öneririm size. Çünkü her şeyi düşünebilen büyüklerinin umursamazlığından, karamsarlığından, sevgisizliğinden ve daha nice nahoşluğundan daha çok şey bağışlar çocukların bitmeyen umudu ve neşesi.

Çocuklar kadar sevdiğim bir diğer şeydir doğa. Hele ülkemin dağları, ovaları, bozkırı, denizleri, baharları… Türkiye’nin kalbinin attığı yer olarak tabir edilen İstanbul’a gelene kadar bilmiyordum ülkemin insanlarının mayasının doğasıyla benzeştiğini. Türlü türlü doğa olayına tanık olmak gibi farklı yerlerden insanlarla tanışmak. Her birinin mizacı tanık olduklarından veriyor bir haber.

Velhasılıkelam tüm bunları yazarak bahsetmeyi ertelediğim ama yazmaktan da caymadığım ülke gündemiydi a dostlar. Kulak kabartmışsanız biraz konuşulanlara az çok haberdarsınızdır olanlardan. Ahvalimiz ne olacak diye düşünmekten kendimi alamıyorum, okudukça dinledikçe karmaşasından da çıkamıyorum. Belki dersiniz ki ne var da neyi abarttın bu denli. Farklı düşünmemiz değildir elbet deliliğimin imi.

Zira mektubun sahibi de siz değilsiniz gökyüzü…

Baharın emekleye emekleye geldiği şu günlerde Türkiye de bahara koşuyor gibi. Lakin İstanbul’ un net olmayan havası gibi bir açılıp bir kapanıp bir güldürüp bir ağlatır vaziyette. Bense Tanpınar’ın deyimiyle:

Ne içindeyim zamanın,
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare, geniş bir anın
Parçalanmaz akışında. 

Karamsarlığı atıp üstümden umutlu olmak için tüm bu şiirler ve amaç aşılamak bunu size de.

Ülkemizde senelerdir dinmemesinden dert yandığımız kanın, gözyaşının sonuna gelmek için adımlar atıldı son dönemde. Herkesin okulda, kahvede, evlerde, sokaklarda, bakkalda, medya da dilinden düşürmediği Türkiye’nin PKK sorunu nihayet bitiyor mu? Bu soru ise sık sık sorulur oldu. İmralı ile görüşmeler, BDP ile AKP’nin iş birliği yaptığı ama diğer partilerin sürece dâhil edilmediği, ülkenin bölünmeye çalışıldığı, başbakan Erdoğan’ın ince hesaplar yaptığı, başkanlık gibi, A. Öcalan’ın da Ak Parti ile kendi menfaatini hesapladığı söylemleri vs. ise sürekli gündeme gelip insanların yeşeren umudunu karartmaya yüz tuttu. İnsanlar ise merak içinde alabildiğine; nihayet barış gelecek mi? Son yapılan 3. İmralı görüşmesi, Diyarbakır’da Nevruz kutlamaları, A. Öcalan’ın mektubu, PKK’nın ateşkes ilanı ise gündemin fokur fokur kaynayan kazanında ilgililerce karıştırılmaya devam ediyor.

Kimilerinin bu ülkeye barışın, huzurun gelmesini istemediğini elbet biliyoruz. Ama onlar bizden değil, onlar bu topraklardan zaten değil. Önemli olan bizim ne istediğimiz ve ben artık bunu bilmiyorum. Bu coğrafyanın insanı ülkesi için ne istiyor kestiremiyorum. Belki de çarpık medya beni etkisi altına aldı. Olayları takip edeyim kim ne diyor öğreneyim derken başım döndü, sendeledim ve kafamı bir yerlere çarptım. Gelen barışa çarpmış olmayı umuyorum. Çünkü olanca hızımla kaçıyorum umutsuzluktan. İşte ondandır bu mektubu gökyüzüne yazıyorum.

Dedim ya renk renk bezenmiş ülkemizin, renk renk insanları var diye… İşte o insanlar, akıllısıyla delisiyle, yaşlısıyla genciyle, kendini her daim çocuk hissedeniyle, hüznü yüreğinde bin parça olanıyla, neşesi daim olanıyla, gözyaşını yalnız dindiremeyeniyle yani 75 milyonu tek vücut olarak çıkıp sokağa BARIŞ diye haykırsa; siyasiler, işgüzarlar, halden anlamazlar, menfaatçiler sussa da onlar haykırsa barışı kim engelleyebilir daha? Kendimiz için değilse de çocuklar için isteyelim barışı. Ne de güzel diyor Refik Durbaş:

Barıştan yanadır bütün çocuklar
Sabah: kuşatılmış bir toplama kampında
Ayrılığın tepsisini okşasa da elleri
Aksam: yıldızların mor orağıyla
Sessizliği devşirse de yetim öksüz sesi
Barıştan yanadır bütün çocuklar
Nice çığlık emmişlerdir
Nice korku gezmişlerdir
Yürekten hisli sevmişlerdir
Güvercin harmanı çocuklar
(Devrim koyun çocukların adını)

Barışı sever bütün çocuklar
beştaş, saklambaç, elim sende
Barış sözcüğünün halkların dilinde
Bu yüzden anlamı aynıdır, değişmez
(Barış koyun çocukların adını)

Bu ülkede Türk'ün, Laz’ın, Çerkez’in, Kürt’ün kardeşliği yalan değildir. Birbirinden kız alıp vermeleri de bunun perçinlenmesi içindir. Bu insanlar artık özgürce ve hesapsızca barış içinde yan yana halaylar, horonlar çekip danslarını etmeli, birbirlerinin dilinden şarkılar söylemeli. Ağlayan analar, yetim çocuklar onları görüp mutlu olabilmeli. Yıllardır kaybettiklerimize yandığımız yeter. Şanlı bir tarihi paylaşıyor olmakla övünülen bayramlarda, kültürlerin farklı şenliklerinde kardeşliğimizi dünya âleme ezberletmek için sokaklara dökülüp birlik beraberliğimizi göstermeliyiz. Huzurun daha da çok birlik beraberliğin, daha da güzelleştireceği bu toprakları aşikâr. Hem de gelirken bahar…

Herkes kadar çok konuştum bende. Ama olsun umut dolu içim. Bilin sizde. Sadece çocuklar bilse de olur gerçi. Büyüklerinin akılsız başının cezasını çeken çocuklar... Ah çocuklar ah! Barışı, tüm mutlulukları, tüm güzellikleri sizlere tüm çocuklara versek ve biz köşemize çekilip sizi izlesek…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder